25 Kasım 2010 Perşembe

Öğrenci-Öğretmen İlişkisi veya Kuruntunun Tesiri


Bir mektebin talebeleri, hocalarından bıkmışlar, çalışıp çabalamaktan usanmışlardı. Ne yapıp ederek muallimi derde düşürmek için birbirleriyle görüşüp danıştılar. “Hoca hiç hastalanmıyor ki birkaç günceğiz olsun mektebe gelmesin de rahat kalalım. Bu hapisten, bu darlıktan, bu çalışıp çabalamaktan kurtulalım.” dediler.
İçlerinden en zeki olanı bir tedbir düşünüp, arkadaşlarına, “‘Hocam, nasılsın, neden böyle benzin sararmış? Hayrola, rengin kaçmış senin. Bu ya hava çarpmasından, ya sıtmadan’ derim. Hoca, elbette bu sözden biraz olsun vehme düşer. Sen de bu çeşit sözlerle bana yardım edersin kardeşim. Mektebin kapısından içeri girer girmez, ‘Hayrola hocam, bu ne hâl?’ dersin. Vehmi biraz daha artar. Akıllı adam bile vehimle delirir gider. Üçüncü, dördüncü, beşinci olarak gelen çocuklar da bizden sonra bu çeşit sözler söyler, üzüntülerini belirtirler. Otuz çocuk da hep bu sözü söylerse adamı iyice vehim kaplar, iş olur biter” dedi.
Çocukların hepsi birleşip, bu sözden, bu karardan dönmeyeceklerine dair hep birlikte kuvvetlice ahdettiler.
Ertesi gün oldu. Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler. Hepsi de dışarıda bu fikri ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı. Çünkü bu tedbirin kaynağı o idi. Çocuk geldi, hocaya, selam verip, “Hocam, hayrola, benziniz sararmış?” dedi.
Hoca, “Hasta filan değilim, saçmalama! Geç yerine otur!” dedi, ama hatırına da bir vehim tozudur kondu. Az bile olsa gönlüne bir endişedir düştü. Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince, o vehim arttı. Böyle böyle vehmi arttıkça arttı. Hâline şaştı kaldı, hasta olduğuna hükmetti. Yerinden sıçrayıp kalktı, abasına bürünüp evinin yolunu tuttu. Hem gidiyor hem de, “Neden karım benim hastalığımı anlamadı; hasta hasta beni okula gönderdi? Zaten sevgisi az. Ben bu hâldeyken hâlimi bile sormadı. Rengimin solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber bile vermedi. Bana kastediyor, benden kurtulmaya yol arıyor.” diye karısına söyleniyordu. Sonunda kızgın bir hâlde evine gelip kapıyı şiddetle açtı. Çocuklar da hocalarının ardından geliyordu.
Karısı, “Hayrola, erken geldin? Allah esirgesin, başına kötü bir şey gelmesin de” dedi. Hoca dedi ki; “Kör müsün sen? Bir benzime, hâlime baksana! Yabancılar bile derdimle dertleniyor, feryada geliyor. Sen evimin içinde olduğun hâlde bana düşmanlığından, bana karşı münafıklıkta bulunduğundan yanıp yakıldığımı görmüyorsun bile!”.
Kadın, “Ey efendi! Senin bir şeyin yok. Bu endişen manasız ve saçma bir vehimden ibaret” dediyse de Hoca kabul etmedi. Yaşlı kadın, yatak yorgan getirip döşedi. Hoca, yorganını çekip uzandı. Ahlayıp puflamaya, inim inim inlemeye başladı.
Çocuklar evlerine koşuştular. Anneleri kızarak, “Bugün mektep vardı, siz ise oyuna dalmışsınız?” dediler. Çocuklar dediler ki; “Suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok. Nasıl olduysa hocamız hastalandı, perişan bir hâle geldi”. Anneleri dedi ki; “Hele sabah olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim”. Çocuklar, “Peki, git de doğru mu söylüyoruz yalan mı, anla” dediler.
Sabah olunca anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta. Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için kan ter içinde kalmış, hafif hafif âh etmekte. Hepsi, “Lâ havle!” demeye başladılar. “Hayrola hocam, bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin. Vallahi hiç haberimiz yoktu” dediler. Hoca, “Benim de haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte.” dedi.

Kaynak: Mevlana, Mesnevi, Cilt: 3, beyit nu: 1510-1609

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder