2 Aralık 2010 Perşembe

Kalıtımın etkisi, eğitimin imkanı

Arap haramiler civar halkın korkulu rüyasıydı. Devlet başedemiyordu. Sarp ve ulaşılması güç bir dağda yuvalanmışlardı. Kale gibi korunaklıydı bulundukları yer. Civarın ileri gelenleri bir araya gelip çözüm yolu aradılar. Sonuçta haramilerin durumunu gözetlemek üzere bir gözcü göndermeyi kararlaştırdılar. Gzöcü birkaç gün sonra soluk soluğa geldi, haramiler hakkında bilgi verdi. Savaşçı yiğitler seçildi ve gece baskın düzenlemek üzere gönderildi. Soygundan dönen haramiler silahlarını çıkarıp ganimeti yerleştirdiler ve uykuya daldılar. Pusudaki yiğitler haramileri kıskıvrak yakalayıp Padişahın huzuruna çıkarttılar. Padişah hepsinin öldürülmesini emretti. Vezirlerinden biri, haramiler arasında çocuk denecek yaşta bir delikanlıyı gördü, affedilmesini istedi; onu yanına alıp, iyi bir insan olacak şekilde yetiştirebileceğini vadetti. Padişah dedi ki, "Soysuz olan, iyilerden yararlanamaz. yeteneksiz kişiyi eğitmeye çalışmak, kubbenin üzerinde ceviz durdurmak gibidir. Değil bunun gibileri eğitmek, bunların çocuklarını, yakınlarını ve ailesini de ortadan kaldırmalı, köklerini kazımalı. Ateşi söndürürken korunu bırakmak ya da yılanı öldürüp yavrusunu bırakmak akıl kârı değildir." Vezir padişaha hak vermekle beraber, çocuğun eski arkadaş çevresi sebebiyle bu kötü işlere bulaştığını, kendi yanından yeni arkadaş çevresi içerisinde artık kötülük işlemeyeceğini belirtti. Vezirinin düşünce ve yalvarmalarına Padişah'ın nedimleri de katılınca Padişah delikanlının canını bağışladı.
vezir delikanlıyı evine götürdü, bakımını üstlendi, eğitimi için bir öğretmen görevlendirdi. Kısa, fakat yoğun bir tedrisattan sonra hitabet, mantık, siyaset gibi kendisine lüzumlu olan her şeyi öğrendi.
Bir gün Padişah'ın huzurunda, vezir, imalı bir biçimde, akıllı ve iyi insanların tesiriyle delikanlının ahlakının değiştinden söz etti; "- Eski huylarından tümüyle vazgeçti" dedi. Padişah gülümsedi, "- İnsanların arasında büyüse de kurt yavrusu kesinlikle kurt olur" dedi.
Aradan yıllar geçti. Delikanlı, mahallenin serseri gençleriyle arkadaşlık kurmaya başladı. Hırsızlık yaptılar, içki içip sarhoş oldular, mahalleliyi rahatsız ettiler. Kendisine iyilik yapan vezirin iki oğlunu öldürüp, para ve mücevherlerini çalarak geldiği yere, tekrar dağa kaçtı delikanlı.
Padişah bunu duyunca, üzüntüyle şöyle dedi: "- Kötü demirden iyi kılıç olur mu hiç? Alçak kişi terbiyeyle adam olmaz. Yağmur tertemiz ve yararlıdır, fakat lale bahçesine yağarsa çiçek bitirir, çöplüğe yağarsa çerçöp. Çorak toprakta sümbül yetişmez. Umut tohumunu boş yere ekme. Kötüye iyilik etmek, iyiye kötülükte bulunmak gibidir."

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 38-40

Öğrencinin, onu yetiştiren hocaya saygı ve vefalı olması

Bir zamanlar, yaptığı her güreşi kazanan, üç yüz altmış ağır oyun bilen, yiğit bir pehlivan yaşardı. Çok öğrencisi vardı. İçlerinden birini çok sever, ilgi gösterirdi. Bildiği oyunlardan biri dışında tümünü öğretmişti ona. Öğrencisi onu da öğrenmek isteyince, "Peki" deyip geçiştirirdi. Delikanlı tüm güreş oyunlarını öğrendi, rakiplerini yendi. Kimse karşısına çıkmak istemiyordu artık.
Bir gün Sultan'ın huzurunda,
"- Hem büyüğüm hem de ustamdır" demişti ustası için, "İki yönden üstünlüğü var, üzerimde hakkı var. Yoksa ne güç ne de oyun bakımından ondan aşağı değilim. Hatta bilek gücüyle pna üstün gelebilirim."
Bu çıkış Sultan'ın hoşuna gitmedi. "- Ustanla güreşmen gerek" dedi. Bir gün kararlaştırıldı. Devlet yöneticileri, saray görevlileri, ünlü pehlivanlar ve halk toplandı bir meydanda. İlkin delikanlı geldi. Sarhoş bir fil gibiydi. Rüzgarından her şey devriliyordu. Bir dağı yerinden koparacak gibi güçlü görünüyordu. Ustası göründü sonra. Öğrencisini şöyle bir tartınca anladı ki kendisinden daha güçlü ve çevik bir rakibi var. Ona öğretmediği oyun geldi aklına. Ancak onunla üstesinden gelebilir, yenebilirdi onu.
Güreş başlayınca vakit kaybetmeden oyunu denedi ve başarılı oldu. İki eliyle güçlü bedenini havalandırdı ve baş aşağı vurdu yere.
Bir bağırtı yükseldi seyredenlerden. Padişahın buyruğuyla ödüller yağdı usta pehlivana. Sultan genç pehlivanı azarladı, "- Ustana vefasızlıkta bulundun. Herşeyini borçlu olduğun birini yenmeye kalkıştın, cezanı çektin, yenildin" dedi.
"- Ustam bana öğretmediği oyunla alt etti beni" diye cevapladı. Yaşlı pehlivan karıştı söze, "- Haklısın" dedi öğrencisine, "Böylesi bir gün için saklıyordum onu."
Büyüğüyle kavgaya girişen öylesine serilir ki yere, kimse kaldıramaz onu.
Kendi yetiştirmesinden sıkıntı gören kişinin sözünü biliyor musun?
Vefa diye bir şey yoktur bu dünyada, kuru bir isim olarak vardır.

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 67-68

Musibet nasihattan daha eğiticidir

Şemseddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman İbnü'l-Cevzi, çalgı ve şarkı dinlememi yasaklamıştı.[1] İsteğime yenilir, dinlerdim. Kendime hakim olamazdım. Çalgı sesinden ve başkasıyla söyleşmekten hoşlanırdım. Hocamın nasihatını hatırlayınca, “- Kadı bile bizimle birlikte olsa, neşelenir, el çırpar” diye düşünürdüm.
Bir gece yine sazlı sözlü bir meclisteydim. Çirkin sesli bir çalgıcı şarkı söylüyordu. “- Kuşkusuz seslerin en çirkini eşek sesidir” ayeti sanki onun için inmişti. Çok iyi çalıyor, fakat çok kötü söylüyordu. Mızrap vurdukça can damarı kesiliyordu insanın. Fakat ağzını açınca, bir felaketi haber veren uğursuzun sesi gibi duyuluyordu.
Çalıp söylemeye başlayınca, ev sahibine, “- Allah rızası için kulağıma civa akıt, sağırlaşıp duymayayım ya da izin ver gideyim” dedim.
“- Olmaz” diye diretti. Dostların hatırı için sabah kadar eziyet çektim. Sabah oldu. Sarığımı çözdüm. Kemerimdeki altın kesesini çıkardım. Çalgıcıya bahşiş olarak verdim. Teşekkür ettim. Gösterdiğim ilgi önce şaşkınlıkla karşılandı. Sonra gülüştüler orada bulunanlar. “- Aptal” der gibi baktılar. İçlerinden biri beni kınadı, “- Sarık gibi dervişlere özgü bir şey çalgıcıya verilir mi? Ömrünce ne avucuna bir gümüş, ne define altın değmiştir onun. Kutlu konaktan ırak olsun. Kimse onu iki kez aynı yerde görmemiştir. Söyleyince insanların tüylerini diken diken eder. Sesinin çirkinliğinden eyvandaki kuşlar ürküp kaçarlar. Boğazını yırtar, bizim de kafamızı patlatır.”
“- Onun bir kerametine tanık oldum” dedim.
Şaşırdı adam,
“- Ne gördün onda?” dedi.
“- Hocam kaç kez yasakladı bana sazlı sözlü meclisleri” dedim, “fakat bir türlü etkileyemedi beni. Bu gece bahtımın kılavuzluğunda geldim. Bu çirkin sesli şarkıcının sayesinde çalgılı meclislere katılmamaya and içtim.”

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 94-96


[1]Ebu’l-Ferec Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, yaklaşık olarak 1116-1201 tarihleri arasında; Sadi-i Şirazi ise 1213-1292 yılları arasında yaşamıştır. Bu takdirde Şeyh Sadi-i Şirazi’nin İbnü’l-Cevzi ile görüşmüş olması mümkün değildir.

Masabaşında ahkam kesmek

Hükümet ricalinden biri, Napolyon Bonapart'ın bir muharebede hatalı davrandığını göstermeye kalkışarak ve parmağını harita üzerinde gezdirerek, "- İbtida şurasını almalıydınız. Sonra şuradan geçerek burasını fethetmeliydiniz!" deyince, Bonapart şu karşılığı vermiş: "- Evet, oraları parmakla alınabilseydi, öyle yapardım!"

Faik Reşad, Külliyât-ı Letâif, haz. Ahmet Özalp, İstanbul: Kitabevi, 1998, s. 440

Yalan bahaneler

Bir ordugahta nöbet bekleyen iki yeniçeriden birinin yatıp uykuya vardığını refiki görmekle, dürterek demiş ki:
"- Ne yatıyorsun?"
"- Yatmıyorum, uzun oturuyorum!"
"- Ya neden sesin çıkmıyor?"
"- Etrafı dinliyorum!"
"- Gözlerini neden kapadın?"
"- Eskimesin diye!"
"- Ama horluyordun!"
"- Uykuyu korkutuyordum!"

Faik Reşad, Külliyât-ı Letâif, haz. Ahmet Özalp, İstanbul: Kitabevi, 1998, s.431

Yaşlıların tecrübesinden yararlanmak

840 (1436) senesindeki Varna çenginde Sultan İkinci Murad Hazretleri, öğleden sonra, maktulleri seyr için harp meydanını gezdiği sırada, düşman askerinin hep genç olduğunu görünce, emirlerinden Azab Bey'e, "- Azab! Garib değil mi, bu kadar ölü içinde hiçbir aksakallı göremedim! Hepsi genç, hepsi taze!" deyince Azab Bey şöyle demiş: "- Padişahım! Eğer içlerinde bir aksakallı olsaydı, başlarına bu felaket gelir miydi?"

Faik Reşad, Külliyât-ı Letâif, haz. Ahmet Özalp, İstanbul: Kitabevi, 1998, s. 429

İyi niyetle yapılan kötülük

Adam hasta yatıyormuş. Bir akşam ailesi sofraya dolma getirir. Hasta dolmayı severmiş. Annesi dolmayı görünce evladını hatırlayarak bir tabağa bir tane dolma koyup "Şifa niyetine!" diye zorla yedirir. Arkasından karısı da bir tane getirip "Şifa niyetine!" diye zorla yedirir. Peşinden oğlu, kızı da birer tane yedirirler. Elhasıl, hastaya dört tane dolmayı yedirirler. Derken hasta fenalaşır. Doktor getirirler. Doktor hastanın kıvrandığını görünce: "- Ne oluyorsun?" der. Hasta şu karşılığı verir: "- Ne olacak, şifa niyetine ölüyorum."


Faik Reşad, Külliyât-ı Letâif, haz. Ahmet Özalp, İstanbul: Kitabevi, 1998, s. 317

Başkalarının yanlışlardan ders almak

Lokman Hekim'e,
"- Edebi, güzel ahlakı kimden öğrendin?" diye sordular.
"- Edebsiz, ahlaksızlardan" dedi, "çünkü edebsizlerin kötü hareketlerinden incinince, gönlüme hoş gelmeyince onların edebsizlik olduğunu anladım ve terk ettim."

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 96; Ali b. Hüseyin el-Amâsî, Tarîku'l-Edeb, s. 142

İnsanların dilinden kurtulmak

 Kötülükler içinde yolunu yitirmiş birine Allah'ın lutfu uğradı. Yüreğinde hidayet ışığı yandı, dervişler safına girdi. Bir şeyha bağlandı. Kötülükleri iyiliklere dönüştü. Nefsinin aşağılık isteklerine uymaktan kurtuldu. Başkalarının kusurlarını araştıran bazı boşboğazlar adamı çekiştirdiler:
"- Ona inanmayın, değişmedi. Kendisini iyi göstermeye çalışıyor" dediler.
Tevbe ederek Allah'ın azabından kurtulmak mümkündür
Asıl zor olanı insanların dilinden kurtulmaktır
Zavallı adam, hakkındaki dedikodulara dayanamadı; şeyhine gidip şikayette bulundu. Şeyhi çok duygulandı ve ağladı. Adam şaşırdı. Buna bir anlam vermeye çalışıyordu ki şeyhinin sözleriyle kendine geldi.:
"- Bu senin için ne güzel bir şey" diyordu, "Sanılandan daha iyi bir insansın."
Kötü düşünceliler başkasının ayıbını arar, kan dökmeye kalkışırlar.
İyi olduğun halde insanların seni kötü bilmesi
gerçekte kötü olup iyi bilinmekten daha iyidir.
Benim durumum daha zor.
İnsanlar benim hakkımda çok iyi düşünüyorlar.
Oysa ben zannettikleri gibi değilim.
İnsanların gözünden gizlenmek mümkündür
Gizliyi ve açığı bilen Allah'tan saklanmak imkansızdır.

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 97-98

Yaşantıyla mesaj vermek

Şeyhe şikayette bulundum:
"- Benim hakkımda birisi 'kötüdür' diye şahitlik etmiş."
"- Öyleyse" dedi, "Sen iyi ol da onu utandır."

Kötü düşüncelinin dilinden, iyilik yaparak kurtulabilirsin.
Ayarlı olan sazın kulağı bükülmez.

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 98

Sözü tesirsiz hatipler

"- Neden bazı âlimlerin sözleri insanları etkilemiyor?" diye sordu çocuk.
"- Sözüyle davranışları uymadığından" diye cevapladı babası.
Hatipler, insanlara dünyayı terk etmekten söz ederler
Oysa kendileri dünyaya tutkundur
İlmiyle amel etmeyenin sözü etkisizdir
Başkasına men ettiğini kendisine etmeyeni kimse dinlemez
Allah, "İnsanlara iyilik yapmayı emrediyorsunuz,
kendinizi unutuyor musunuz?" buyurmuştur.
"- Öyleyse" dedi çocuk, "kendisinden istifade edilebilecek âlim yok denecek kadar az."
"- Bu düşünceyi abartılı bulurum" dedi babası, "Hatiplerin sözlerinden uzak durmak, âlimlerden istifade etmemek, miskinlik yolunu tutmak, ilmin faydalarından mahrum olmak akıllıca bir iş olmasa gerek."
Çocuk ikna olmamıştı.
"- Sana bir masal anlatayım" dedi babası:
"Kör adam, geceleyin yürürken çamura düşmüş, "- Lütfen bir kandil getirin" diye yalvarmış. Bunu duyan bir kadın, "- Sen kendini bile göremezken, nasıl kandille yolunu göreceksin?" demiş. Oğlum, nasihatçılar meclisi, kumaşçılar çarşısına benzer. Para vermeden bir şey alamazsın oradan. Nasihat ehline istekli olmadan gelinmez, gelinse de bir yarar umulmaz."
İnsan bir duvar yazısını bile kulağına küpe etmelidir.

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 110

Kör bırakmak

Bir din âliminin çirkin bir kızı vardı. Gelinlik çağına gelmesine, çeyiz ve malı olmasına rağmen kendisiyle evlenmek isteyen olmadı. Mecburen bir kör ile evlendi. Serendip Adası'nda bir hekim gelmişti şehre; körlüğü tedavi ettiği söyleniyordu. Âlime, niçin damadını hekime götürmediğini sordular. "- Gözü açılınca kızımı boşamasından korkuyorum" dedi.

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 115

İlmi gerçek zenginlik bilmek

Bir zamanlar Mısır'da iki bey çocuğu yaşardı. Biri ilme dikmişti gözünü, diğeri paraya. Yıllar sonra biri ülkenin en büyük âlimi, öteki Mısır'ın hazine veziri oldu. Vezir olanı zenginliğiyle ve sahip olduğu siyasi güçle övünür, âlim kardeşini aşağılardı. "- Ülkenin idare gücüne ulaştım ben", derdi, "Sen hâlâ miskinsin."
Kardeşi acırdı ona, "- Ben" dedi, "tükenmez bir servete sahibim. Peygamberlerin mirasçısı oldum, hikmete ulaştım. Sen ise Karun'un, Firavun'un, Hâman'ın vârisi oldun. Onların takipçisisin."

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 120

Asıl İhtiyaç

Basra'da mücevhercilere hikaye anlatan bir Arap vardı. Bir gün çevresindekilere, yaşadığı bir olayı naklediyordu:
"Bir keresinde çölde yolumu izimi yitirmiştim. Bir lokma yiyecek yoktu yanımda. Açlıktan öleceğimi düşündüm. Umutsuzluk içinde düşe kalka yürürken bir torba gördüm yolumun üzerinde. Yiyecek sanarak sevinçle açtım. Heyhat! İnci doluydu. Öylesine üzüldüm ki, bu acıyı ömrün boyunca unutamam."
Sıcaktan kavrulan kum çölünde
Susuzluktan kıvranan insanın ağzına
İster inci, isterse sedef aksın, ne çıkar!

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 129

Cahille yüz göz olmamak

Cahil ve aptal bir adam, âlimin yakasından tutmuş türlü hakaretler ediyor, ona saldırıyordu. Calinos bunu görünce,
"- Gerçekten âlim olsaydı, cahille yüz göz olmazdı" dedi.
Akıllı insanlar kavga etmez
Âlim kimse, zevzek ve cahil biriyle dalaşmaz, onun seviyesine inmaz
Gönül ehli olanlar, aralarındaki tüyü korurlar, koparmazlar
İki cahil karşı karşıya gelse, zincir de olsa parçalarlar.

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 149

Başbelası personel

Sincar Mescidi'nde ezan okuyan çirkin sesli bir adam yaşardı. Mescidi inşa eden ne kadar iyi huylu ve gönlü yüce ise, ücretsiz ezan okuyan adam da o kadar kötü sesli ve fena huyluydu. Mescidi yaptıran onu incitmek istemiyordu. Fakat sesi dayanılır gibi değildi. Sonunda birgün çağırdı ve "- Herhangi bir karşılık beklemeden, sadece Allah rızası için bu işi yaptığını biliyorum. Mescidin eski müezzinleri on liraya aylıkla çalışırlardı. Sana yirmi lira öneriyorum; bu parayı al, fakat başka bir mescitte çalış."
Çirkin sesli müezzin kabul etti bu teklifi. Ve başka bir mescitte çalışmak üzere gitti. Bir süre sonra gelerek, "- Bana buradan gitmem için yirmi lira vermiştin" dedi, "Oysa şimdi müezzinlik yaptığım yerden uzaklaşmam için kırk lira veriyorlar. Sen bana zulmetmişsin."
Adam güldü, "- Sakın kabul etme. Bir süre daha çalış; yakında elli liraya çıkarırlar."

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 153

Niteliksiz hizmet

Çirkin sesli bir hafız, durmaksızın Kur'an okuyordu.
Bir Allah dostu rastladı ona. Kısa bir süre dinledikten sonra,
"- Ne kadar maaş alıyorsun bunun için?" diye sordu.
"- Ücretsiz okuyorum" dedi hafız.
"- Peki niçin okuyorsun?" diye sordu derviş.
"- Allah rızası için" dedi hafız.
"- Allah rızası için okuma" dedi derviş, "Kur'an'ın sesi yansımıyor okuyuşunda. Öyle okumayı sürdürürsen, korkarım o sese yabancılaşacak insanlar."

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 154

Geçimsizlik

Kargayla aynı kafese konulan papağan, üzüntü içinde,
"- Aman Allah'ım!" diyordu, "Bu ne iğrenç bir yüz! Ne sevimsiz bir görüntü! Ey uğursuz karga! Keşke doğuyla batı kadar uzak olsaydı aramızda mesafe."
İşin tuhaf yanı, karga da papağanla bir arada bulunmaktan rahatsızdı. Üzüntüyle, "- Bu ne kötü talih, bu ne aynı kararda durmayan felek!" diyor," Onuruma uygun olanı, bir bahçenin duvarında kendi cinsimden biriyle gezmektir" diye hayıflanıyordu.
Karga söylenmeye devam etti: "- Ne günahım vardı ki böyle boşboğaz bir aptalla aynı kafeste mahkum edildim?"

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 161

Öğretmenlik ve disiplin

Kaba, aksi ve inatçı bir Hoca yaşardı Mağrib'de. İnsanları azarlar, üzer ve acı sözlerle gönüllerini incitirdi. Uğursuz biriydi. Yüzünü görenin işi ters giderdi. Eğittiği çocuklara eziyet eder, falakaya yatırır, döver, bağırıp çağırırdı. Hakkında sürekli şikayet olunca, veliler toplandı ve görevine son verdiler. Başka bir Hoca getirdiler.
Yeni Hoca dindar, yumuşak huylu ve yüreği sevgi dolu bir adamdı. Çocuklar yeni öğretmeni çok sevdiler, eskisinin kabusundan kurtuldular.
Çok geçmeden büyü bozuldu. Birbirlerinin şeytanı oluverdi çocuklar. Ders çalışmayı bıraktılar. Oyunla, eğlenceyle ve boşboğazlıkla vakit geçirmeye başladılar. Kavga gürültü içinde, ders rahlelerinin birbirlerine atmaya, kitaplarını yırtmaya, küfretmeye koyuldular.
İkinci Hoca da görevden alındı. İki hafta sonra ilk Hoca yeniden getirildi. "- Eyvah" dedim, "İblis meleklere Hoca olmuş."
Güngörmüş bir ihtiyar duyunca sözlerimi, güldü ve şu dizeleri okudu:
Sultan şehzadesini okula göndermiş
Yazı dersinde kullanması için bir de gümüş levha vermiş
Bir köşesinde altın harflerle şöyle yazıyormuş:
Hocanın eziyeti, babanın sevgisinden iyidir.


Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 178

1 Aralık 2010 Çarşamba

Hayırlı çocuk için dua

Hiç çocuğu olmamış bir yoksulun eşi nihayet gebe kaldı. Eşinin hamilelik süresince bir erkek çocuğu olması için Allah'a yakardı, "- Oğlum olursa sırtımdaki hırka dışında neyim var, neyim yoksa sadaka olarak dağıtacağım" diye adakta bulundu.
Allah'ın takdiriyle bir oğlu dünyaya geldi. Söz verdiği üzere, hırkası dışında, sahip olduğu her şeyi kendisi gibi yoksullara bağışladı. Sofralar kurdu, yedirip içirdi.
O sıralar Şam'daydım.
Yıllar geçti aradan. Dönüşte yoksul adamın yaşadığı mahalleye gittim. Komşularından durumu sordum. "- Subaşının zindanında yatıyor" dediler. Şaşırdım, nedenini sordum. Bir mahalleli, "- Oğlu şarap içerek sarhoş olmuş ve kavga etmiş. Birini vurmuş. Elinin kanıyla şehirden kaçmış. Kendisini bulamayınca babasını tutuklayıp zindana attılar" dedi.
"Zavallı" dedim kendi kendime, "Böylesi bir bela için dua etmiş."

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 182

Sorunların çözüm merciini doğru tespit etmek

Adamın birinin gözü ağrımış. Baytara giderek, "- Bana ilaç ver, bu acıdan kurtar" demiş.
Baytar, hayvanlara yaptığı ilacın aynısından vermiş adama.
Kullanınca adamın gözleri kör olmuş. Kadıya giderek, baytardan davacı olduğunu söylemiş.
Kadı, "- Gözün karşılığı olmaz. Eşek olmasaydı bu adam, baytara gitmezdi" demiş.

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 184

Susmasını bilmek

Cahil için susmaktan daha değerli bir şey olamaz. Bunu nbilseydi zaten cahil denmezdi ona. Bilgin ve görgün yoksa, mümkün olduğunca konuşma. İnsanı dili rezil eder; içsiz cevizi ise hafifliği.
Aptal bir adam, eşeğe konuşma öğretmeye kalkıştı. Ve bu uğurda ömrünü harcadı. Birgün âlim bir kişi rastladı ona ve dedi ki:
"- Vazgeç bu sevdadan" dedi, "İnsanlar seninle alay ediyor. Hayvana konuşma öğretemezsin. Ondan susmayı öğren, bu senin için daha hayırlıdır."
Düşünmeden konuşan çok hata yapar. İnsana yaraşır bir üslup ve doğrulukta konuşamıyorsan, hayvan gibi susmayı tercih et.

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 201

Kalbi karaya nasihat

Yunanistan'da haramiler bir kervanı soydular. Mallarını taşıttıran tüccarlar yalvardı, "- Bize acıyın, almayın!" dediler, fayda etmedi.
Kalbi kara hırsızın vicdanı sızlar mı hiç?
Lokman Hekim de bulunuyormuş kervanda. Hırsızlara nasihat etmesini, etkileyici sözler söylemesini, malları kurtarmasını istemişler ondan.
"- Boşun" demiş Lokman, "Böylesi insanlara söylenecek güzel sözlere yazık!"
Paslı demire cila vurulur mu?
Kalbi karaya nasihat etmek faydasızdır.
Taşa çivi işler mi?

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 94

Kendini beğenmek ve başkalarının kusuruna odaklanmak

Çocukken ibadete heveslenir, geceleri uyanır, namaz kılar, Allah'a yakarırdım.
Herkes uyuyordu bir gece. Babam uyanıktı sadece. Kur'an okuyordum.
"- İnsanlar neden geceyi uykuyla geçiriyor, kalkıp iki rekat namaz kılmıyorlar?" dedim.
"- Uyanık kalıp başkasını çekiştireceğine, keşke sen de uyusaydın" diye çıkıştı babam.

Bencil kişi sadece kendisini görür
Gözlerine kendi beğenmişlik perdesi gerilmiştir
Eğer Allah, gerçeği gören bir göz bağışlasaydı ona, kimsenin kusurunu görmez, sadece kendi yanlışını görürdü
Herşeyde Allah'ın kudret elini gören, kendisini de unutur, başkasını da.

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 86

Dikkatli/kontrollü hareket etmek

Lokman Hekim'e,
"- İlahi hikmetleri kimden, nasıl öğrendin?" diye sormuşlar.
"- Körlerden" demiş ve eklemiş, "Çünkü gördüm ki önce ayaklarıyla veya ellerindeki sopayla basacakları yeri iyice kontrol ediyor, sevabı hatayı tespit ediyor, sonra adımlarını atıyorlar. O zaman anladım ki hikmetin aslı, kişinin kontrollü hareket etmesi; hatalı, tehlikeli, sakıncalı yerlere basmamasıymış. Ben de buna uydum."

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 31; Ali b. Hüseyin el-Amâsî, Tarîku'l-Edeb, s. 142

Düşünerek konuşmak

Birkaç Hint bilgesi, Büzürcmihr'in erdemlerinden söz ediyordu. İçlerinden biri,
"- Herşey çok güzel de üstad çok yavaş konuşuyor, dinleyeni usandırıyor" dedi.
Bu Büzürcmihr'in kulağına gidince,
"- Neden böyle konuştum diye yakınmaktansa, ne söyleyeyim diye düşünmek iyidir" dedi.
Sözünü tartmasını bilen ve temkinli kişiler, çok düşünür az konuşurlar
Düşünmeden söze girişme. geç, ama doğru konuşmalı
Başkası susturmadan önce susmasını bilmeli

Sadi-i Şirazi, Gülistan, haz. Sadık Yalsızuçanlar, İstanbul: Timaş, 1997, s. 30

Eğitime ayrılacak bütçe

Zahid el-Kevseri, hocası Alansoyalı Ali Efendi'den naklen anlatıyor:
Fatih Sultan Mehmed, Divan'da, vezirleriyle birlikte, meclis toplayıp devletin bütçesini müzakere edeceklermiş. Vezirler gelmeden evvel, padişah, önündeki kağıdın bir köşesine medreseler tahsisatı diye bir rakam kaydetmiş. Meclis müzakereleri başlamış. Maliyeye bakan vezir, o rakamı fark etmiş. Konuşmaz olmuş. Zira büyük bir rakam. Muhalefet etse olmaz, etmese olmaz, ne yapsın? Zeki padişah, vezirin sükutunun sebebini anlamış. Sormuş:
"- Vezir-i semîrim, bütçe müzakeresidir, asıl maliye vezirinin konuşacağı bir meclistir. Susuyorsunuz?"
"- Dinliyorum efendim, istifade ediyorum." diye geçiştirmeye kalkınca, Sultan Fatih:
"- Galiba şuraya yazdığım, medreseler tahsisatı için yazdığım rakamı çok buldunuz. Sükutunuza sebep  bu olsa gerek..."
"- Evet padişahım. Devletin bin derdi, masrafı var. Medreselere o kadar bütçe ayırırsak, öbürlerinden kısmak, kesmek zorunda kalacağız. Onların arasında bu rakamı fazla buldum."
"- Vezir-i semîrim. Bu kadar masraflarla yaşayan, yoluna bu kadar varlıklar serilen medreselerden acaba insan yetişmiyor mu diyeceksiniz?"
"- Evet padişahım, öyle görüyorum, endişem budur."
"- Peygamber vekili olmak kolay şey değildir. Çok zor bir vazifedir. Bunun için çok fire veriyor bu meslek. Her meslek fire verir, fakat bu bilhassa ilim mesleğinde çok olur. Yalnız size bir sualim var. Buna vereceğiniz cevaba göre o tahsisatı görüşeceğiz. Bu medreselerden sizi beni tatmin edecek seviyede yüzde beş hoca yetişebiliyor mu?"
"- Aman padişahım, artık bu da mı olmasın?"
"- Eğer yüzde beş hakkıyla hoca yetişebiliyorsa, istediğimizi elde ettik demektir. Bu yüzde beşin uğruna, doksan beşi besleyeceğiz demektir."
"- Padişahım, yüzde beş iyi bir derece ise ben de sizinle beraberim, devam edelim, itirazımı geriye aldım."

Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, haz. M. Ertuğrul Düzdağ, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2007, c. 2, s. 171-172; Mustafa Özdamar, Hacı Veyiszade, İstanbul, Marifet Yayınları, 1992, s. 120; Selim Gündüzalp, Okul Öyküleri, İstanbul: Zafer Yayınları, 2006, s. 85-87

Yanlış davranışları düzeltirken

Muhammed b. Zekeriya el-Gulâbî der ki:
Bir gece Abdullah b. Muhammed b. Aişe’nin yanına vardım. Akşam namazından sonraydı. Camiden çıkmış evine gidiyordu. Yolu üzerinde, Kureyş soyundan olan, sarhoş bir delikanlının durduğunu gördüm. Aynı delikanlı, bir kadının yakasına yapışmış, onu kenara çekiyor, kadın da “İmdat!” diye bağırıyordu. Kadının bağırması üzerine halk bu genci linç etmek için başına üşüştü. Bu esnada Abdullah gence bakıp tanıdı. Halka,
“- Benim yeğenimin yakasını bırakın!” dedi.
Sonra gence,
“- Yeğenim! Benim yanıma gel!” diye bağırdı.
Buna karşılık genç utandı, Abdullah'ın yanına geldi. Abdullah onu kucakladı, sonra ona dedi ki,
“- Haydi benimle gel!”
Genç onunla gitti. Kapısına kadar vardı. Abdullah onu içeri aldı. Sonra hizmetçilerinden birisine,
“- Bu genç senin yanında uyusun” dedi. Sarhoşluktan ayıldıktan sonra hadiseyi kendisine bildir. Fakat benim huzuruma getirmeden bırakma.”
Genç ayıldığı zaman, hizmetçi ona hadiseyi olduğu gibi anlattı. Genç ondan utanarak  ağladı. Gitmek istedi. Fakat hizmetçi Abdullah'ın kendisini görmek istediğini bildirdi. Abdullah, huzuruna gelen gence şöyle hitap etti:
“- Oğlum ayıp değil mi, bu yaptığın senin şerefine sığar mı? Kureyş'in eşrafından seni doğuran anne ve babanın şerefini düşünmedin mi? Allah’tan kork ve yaptıklarından vazgeç!”
Delikanlı utancından başı eğik bir müddet ağladı. Sonra başını kaldırarak şöyle dedi:
“- Kıyamet gününde sorumlu olan bir sözle Allah’a söz veriyorum. Dir daha içki içmeyeceğim; çirkin hareketlerde bulunmayacağım, hepsinden tevbe ediyorum.”
Abdullah gence yaklaşmasını söyledikten sonra gencin başını öpüp,
“- Çok güzel yaptın evladım” diye takdir etti.
Bu hadiseden sonra genç, Abdullah'ın meclisinden ayrılmaz ve ondan hadis yazardı. Gencin böyle ıslah olmasına Abdullah'ın şefkatli davranması sebep oldu. Sonra Abdullah dedi ki,
“- Halk iyiyi emreder, kötüyü yasaklar. Fakat onların iyiliği kötülük oluyor. Ey cemaat! Her işinizde şefkatli davranmaktan ayrılmayınız ki bu sayede istediğiniz hedefe varasınız.”

Gazzâlî, İhyâu Ulûmiddin, trc. Ahmed Serdaroğlu, İstanbul: Bedir Yayınları, 1993, cilt: 2, 821. Ayrıca bkz. İhyâ'dan Hikâyeler, haz. Mahmut Yılmaz, İstanbul: Harf Yayınları, 2004, s. 228-230