3 Kasım 2010 Çarşamba

BİLİMSEL (DELİLLİ) KONUŞMAK VE TARTIŞMAK (18/54, 22/3, 8-9; 31/20-21; 8/6; 40/35, 56; 3/66) GELİŞTİRİLEBİLİR

“İnsan cedelleşmeye çok düşkündür.” (18/Kehf, 54) Aynı âyet-i celîleyi, “İnsan mücadeleye/tartışmaya çok düşkündür.” veya “İnsan, bütün mahlûkat arasında tartışmaya en düşkün olanıdır.” şeklinde tercüme etmek de mümkündür.
“Öyle insanlar vardır ki, hiçbir bilgiye dayanmaksızın Allah hakkında cedelleşir; her inatçı şeytanın peşine takılır.” (22/Hac, 3)
“İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde, sırf Allah yolundan saptırmak için yanını bükerek (kibirlenerek) Allah hakkında cedelleşir. Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız.” (22/Hac, 8-9. Ayrıca bk. 31/Lokman, 20-21)
“Gerçek ortaya çıkmasına rağmen hâlâ seninle cedelleşiyorlardı…” (8/Enfal, 6)
“Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın âyetleri hakkında cedelleşenler gerek Allah katında, gerekse iman edenler nezdinde büyük bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.” (40/Mümin, 35)
“Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın Allah'ın âyetleri hakkında cedelleşenler var ya, hiç şüphe yok ki onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Kuşkusuz O, işiten ve görendir.” (40/Mümin, 56)
“Hadi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz (hâcectüm); peki bilgi sahibi olmadığınız konuda ne diye tartışıyorsunuz?...” (3/Âl-i İmran, 66)
Âyetlerde geçen “cedel” kelimesi, “birisini küçük düşürmek, utandırmak, ona galip gelmek maksadıyla taşkınlık ederek sözle âciz bırakmak”; “insanın kavga edercesine bir fikri savunması” demektir.
İnsan tartışmaya, çekişmeye, mücadeleye, münakaşaya çok düşkündür. Kendisinden tartışmanın en çok sâdır olduğu varlık, insandır. Öyle ki insan diğer insanlarla tartıştığı gibi, Yaratıcısı Allah ve O’nun peygamberleri ile de tartışabilmektedir.
Tartışma duygusu insanda yaratılıştan mevcuttur. Sonra doğup bü­yüdüğü çevre ya bunu geliştirir, ya da köreltir; ya meşru sınırlar içine alıp insaf ölçülerine döndürür, ya da başıboş bırakıp onu mütecaviz, kırıcı, saygısız yapar.
Tartışmanın temelinde hakkın ortaya çıkması değil de karşıdakine üstün ve galip gelme gayesi varsa; kibir, cehalet ve bencillik varsa, bu tür bir tartışma kötü ve tehlikeli sonuçlar doğurur ve­ya doğurabilir. Bunun aksine, temelinde ilim, irfan, hakkaniyet ve sağlam iman varsa, çok yararlı sonuçların meydana çıkmasını sağlamaya vesile olur.
Kur’an insanın psikolojik yapısında yer alan bu duyguyu, kü­für ve cehaletle birleştiği için yermekte, fakat insanın bu duygu ile doğ­duğuna işaret ederek yararlı bir seviyeye getirilmesini, meşru sınırlar için­de tutulmasını öğütlemektedir.
Gerçeği savunması ve emaneti koruması için insana gerekli olan bu vasıf, amacından sapar, bir de kibirde birleşince bambaşka bir kimliğe bürünmekte ve insanı Allah ve peygamberlerle bile mücadeleye sürüklemektedir.
Yüce Allah, insanlar arası fikri tartışmayı yasaklamamaktadır. Kur’an’da özellikle eleştirilen tartışma konusu ve tarzı, Allah hakkında ve bilgiye, delile dayanmayan tartışmadır.

BİLİNÇLİ HAREKET ETMEK = 17/İSRA, 36 (GELİŞTİR)

“Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”[1]
Ayette insanların işiterek, görerek, sezerek/hissederek öğrendiklerine, yani öğrenme stillerine işaret etmektedir. Ayetteki “gönül” kelimesi; hissetme, sezme, düşünme, anlama, kavrama mahalli olarak yorumlanmıştır.
Kişi, bir meselenin aslını araştırmadan, bilgisizce/cahilce karar almamalı, hareket etmemelidir. Sorup-dinleyerek, okuyarak, gözlem yaparak bilgi toplamalı, konuyu öğrenmelidir.



[1] 17/İsrâ, 36

EĞİTİMDE DUA = 28/KASAS, 56; 12/YUSUF, 103

“Ey Peygamber! Doğrusu sen, sevdiğin herkesi hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi hidayete erdirir.”[1]
“Sen ne kadar çok arzulasan da yine insanların çoğu iman edici değillerdir.”[2]
Beşerî eğitimin sınırlı olması, devreye ilahî eğitimin girmesini zorunlu kılmaktadır. İlahi müdahalenin gerçekleşmesi için de eğitimcinin ve ana-babanın dua etmesi gerekmektedir. Bu metodu ilk peygamberden itibaren birçok peygamberde görmekteyiz.[3] Kur’an’da peygamberler zürriyetleri hakkında dua etmişlerdir. Hz. Peygamber, “Hiç şüphe yok ki üç kimsenin yaptığı dua kabul edilir: Anne-babanın çocuklarına yaptığı dua, misafirin duası ve mazlumun duası” demiştir.[4] Peygamberimiz de torunlarına ve ashab-ı kiramın çocuklarına hem doğduklarında hem de sonraki yıllarında dua etmiştir[5].
İslam eğitiminin doğum öncesi ilkelerinden biri de “dua”dır.[6] Peygamberler doğacak çocukları ve zürriyetleri hakkında dua etmiş; Allah’tan “göz nuru olacak (doğru yolda yürüyecek, idealleri gerçekleştirecek,)”[7], “temiz”[8], “Müslüman”[9], “şirkten uzak”[10], “sâlih (hayırlı; yaratılışı düzgün, kusursuz)”[11], “namazda devamlı ve duyarlı”[12] bir nesil dilemişlerdir.[13]
Allah’tan bir şeyi dua ile istemenin manası, önce bir hedef, bir gaye belirlemektir. Sonra o hedefe ulaşmak, gayeyi gerçekleştirmek için beşerin gücünde olan tedbirleri almak, sebeplere yönelmek, sonra da bunun ortaya çıkmasını Allah’a tevekkülle beklemektir. Sadece dille dua edip sebeplere yönelmemek tevekkül değil, tembelliktir; din buna cevaz vermez. Öyleyse iyi çocuk istemeyi Kur’an hedef olarak, evlenmenin gayelerinden biri olarak göstermiştir. Mümin aileye, iyi çocuk elde etmenin şartlarını, ilmini öğrenip onları yerine getirmek, tedbirini almak düşmektedir.[14]


[1] 28/Kasas, 56
[2] 12/Yusuf, 103
[3] Bayraktar Bayraklı, “Eğitimin Doğum Öncesi Boyutu”, İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi-I. İstanbul: İlmî nşr. ts., s. 174-175
[4] Ebu Davud, Salat 364; Tirmizi, Deavat 48; Buhari, Edebü’l-müfred, Kahire 1379, s. 169
[5] bkz. Buhari, Edeb 21, Deavat 30; Buhari, Edebü’l-müfred, Kahire 1379, s. 221; Ebu Davud, Edeb 108, Sünnet 22; İbn Hacer, el-İsabe, IV, 260
[6] Bayraktar Bayraklı, “Eğitimin Doğum Öncesi Boyutu”, İslâm’da Aile ve Çocuk Terbiyesi-I. İstanbul: İlmî nşr. ts., s. 174
[7] 25/Furkan, 74
[8] 3/Âl-i İmran, 38
[9] 2/Bakara, 128
[10] 14/İbrahim, 35
[11] 46/Ahkaf, 15; 7/A’raf, 189
[12] 14/İbrahim, 40
[13] bkz. İbrahim Canan, Kur’an’da Çocuk Eğitimi, İstanbul 1996, s. 49-51
[14] İbrahim Canan, “İslam’da Aile Terbiyesi”, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi, İstanbul 1996, II, s. 22; Canan, a.g.e., s. 47-48

EĞİTİMDE ÖLÇME-DEĞERLENDİRME = 35/FATIR SURESİ, 32

“Biz, Kitâb’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan da kimi nefsine zulmeder, kimi mûtedildir, orta yolu tutar; kimi de Allah’ın izniyle öne geçer. İşte büyük lütuf budur.”[1]
Bu âyette, eğitim-öğretim için bireyler arasında “seçme” yapılması, eğitim sonrasında ise “ölçme ve değerlendirme”de bulunulmasına dikkat çekilmektedir.


[1] 35/Fâtır, 32

EĞİTİM-ÖĞRETİMDE SEVİYE VE ÖLÇME-DEĞERLENDİRME = 39/ZÜMER SURESİ, 9; 12/YUSUF SURESİ, 76

“Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?”[1]
“Biz dilediğimiz kimseyi (ilimce) yüksek derecelere/seviyelere çıkarırız. Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen biri vardır. (Allah ise bütün âlimlerin üzerindedir.)”[2]
Bu âyetlerde, akademik derecelendirme, daha iyi bilenden öğrenme ve seviyeye göre eğitim verme hususlarına işaret edilmektedir. İnsanların yetenek ve kapasitelerinin yanı sıra; aklî/zekâ seviyeleri, eğitimin konusuyla ilgili bilgi seviyeleri ve kültürel seviyeleri de göz önünde tutulmalı ve eğitim-öğretim buna göre yapılmalıdır.[3]


[1] 39/Zümer, 9
[2] 12/Yusuf, 76
[3] Bayraktar, İslâm Eğitiminde Öğretmen-Öğrenci Münasebetleri, s. 208-209

YAŞLILIK PSİKOLOJİSİ VE YAŞLILARLA İLETİŞİM = 17/İSRA SURESİ, 23-24

“Rabb’in, yalnız kendisine tapmanızı ve ana-babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa sakın onlara (usanç, memnuniyetsizlik, sıkıntı, tiksinti hallerinde) “Öf!” bile deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle. Onlara acıma, esirgeme ve alçakgönüllülük kanadını indir ve: “Ey Rabb’im! Bunlar beni küçükken nasıl acıyıp yetiştirdilerse, sen de bunlara öyle acı!” diye dua et.”[1]
Allah, yaşlılarla olan ilişkilerde, onların psiko-sosyal durumlarına uygun söz ve davranışlarda bulunmayı bir dinî görev olarak belirtmektedir. Buna göre, yaşlılara iyilikte bulunmak, hiçbir şekilde incitici ve sert sözler söylememek, onlara hürmet, merhamet ve şefkatle yaklaşmak, haklarında Allah’a dua etmek gerekmektedir.


[1] 17/İsra, 23-24