25 Kasım 2010 Perşembe

Kılavuzluk


Küçük bir fare, bir devenin yularını eline aldı, kurula kurula yola düştü. Deve, uysal tabiatı yüzünden, onunla yol alıp giderken fare, kendi küçüklüğünü göremeden, “Ben ne de pehlivan, ne de yiğit ermişim” diye böbürlendi.
Deve, farenin bu düşüncesini anladı. “Hoş, şimdi ben sana gösteririm!” dedi. Gide gide kocaman bir filin bile geçemeyeceği büyük bir nehrin kenarına geldiler. Fare orada durdu, donup kaldı.
Deve, “Ey dağda, ovada bana arkadaş olan. Bu duraklama ne, niye şaşırdın? Haydi, yiğitçe nehre ayak bas, gir suya! Sen kılavuzsun, benim öncümsün. Yol ortasında böyle şaşırıp kalma, durup susma” dedi.
Fare dedi ki; “Arkadaş! Bu su pek büyük, pek derin bir su. Boğulmaktan korkuyorum”.
Deve, “Dur bakalım, suyun derinliği ne kadarmış?” diyerek hemen nehrin içine ayak bastı. Dedi ki; “Ey kör fare! Su diz boyu imiş, ne diye şaşırdın, aklın başından gitti?”.
Fare, “Nehir sana göre karınca, ama bize göre ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Ey hünerli deve! Su sana diz boyu, ama benim başımı yüz arşın geçmekte” dedi.
Deve dedi ki; “Öyleyse, bir daha küstahlık etme de onun kıvılcımıyla cismin, canın yanıp yakılmasın. Sen, kendin gibi farelerle boy ölçüş. Farenin deveye söylenecek sözü olamaz”.
Fare, “Tevbe ettim, pişman oldum. Allah hakkı için beni bu helâk edici sudan geçir” diye yalvardı. Deve ona acıdı da, “Haydi” dedi, “Sıçra da hörgücümün üstüne çık, otur. Bu sudan geçmek ve başkalarını geçirmek benim işim. Ben senin gibi yüz binlercesini geçiririm.”

Kaynak: Mevlana, Mesnevi, Cilt: 2, beyit nu: 3436-3457

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder