26 Kasım 2010 Cuma

Emre itaat


Padişah, bir gün divana gitti. Bütün ileri gelenleri divanda toplanmış buldu. Bir inci çıkarıp vezirin avucuna koyarak dedi ki; “Bu nasıl bir incidir, değeri nedir?”. Vezir, “Yüz eşek yükü altın değerindedir” dedi. Padişah, “Kır, döv bu inciyi!” deyince, vezir dedi ki; “Ben onu nasıl döver, kırarım? Ben senin hazinenin ve malının iyiliğini dileyen bir kişiyim. Paha biçilmez böyle bir incinin zayi olmasını nasıl reva görebilirim?”. Padişah vezirin sözünü beğenmiş göründü, ona bir kaftan ihsan etti. O cömert ve er padişah, inciyi ondan aldı.
Sonra inciyi hâcibin[1] eline verdi ve “Bunu almak isteyen birisi olsa, ne değer eder acaba?” diye sordu. Hâcib, “Bu mücevher” dedi, “ülkenin yarısı değerinde. Allah ülkemizi tehlikelerden korusun!”. Padişah, “Kır bu inciyi, döv” diye emir verdi. Hâcib, “Ey kılıcı güneş gibi parlayan padişahım, bunu kırıp ufalamak pek yazıktır, pek yazık! Bu incinin değeri bir yana, şu parlaklığa bak. Bunu kırmaya nasıl elim varır?” dedi. Padişah, ona da kaftan verip maaşını artırdı. Onun aklını ve anlayışını övmeye başladı.
Bir müddet sonra o inciyi bir emîrin eline verdi. Onu da sınamak istedi. O da ötekiler gibi söyledi. Padişah kime inciyi verdiyse, kim incinin değerinden söz ederek geri verdiyse, onların her birine değerli bir kaftan ihsan etti, maaşlarını artırdı.
İnci elden ele devrederek Ayaz’a geldi. Padişah dedi ki; “Ey Ayaz! Sen hiç konuşmuyorsun; bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir incinin değeri nedir?”. Ayaz, “Benim söyleyebileceğimden daha fazla değeri var” deyince, padişah, “Peki” dedi, “hadi öyleyse hemen onu kır, parçala”. Ayaz’ın yenlerinde taşlar vardı. Derhal onları çıkarıp inciyi kırdı, un ufak etti. Böyle hareket etmesi, padişahın emrine uyuşu ona doğru görünmüştü. Ayaz o değerli inciyi kırınca beylerden yüzlerce feryâd ve figân koptu; “Bu ne pervâsızlık! Vallahi bu nurlar saçan inciyi kıran kâfirdir” dediler. Hâlbuki o inciye değer vererek onu kırmaktan çekinenlerin hepsi, cehalet ve körlüklerinden, padişahın inciden daha değerli olan buyruğunu kırmışlardı. İncinin değeriyle gözleri kamaşmıştı; ama sevginin değerini görmemişlerdi.
Beyler, “Onu niye kırdın” diye Ayaz’ı ayıpladılar. Ayaz dedi ki; “Ey ünlü büyükler! Allah hakkı için söyleyin, sizce padişahın emri mi daha değerli ve üstün, yoksa bu güzel inci mi? Ben gözümü padişahtan ayırmam; müşrik gibi taşa yönelmem. Parlak, güzel bir taşı seçip padişahın buyruğunu yerine getirmeyen canda hiçbir değer yoktur.”
Bu sözler üzerine o büyükler, hatalarına özür olmak üzere başlarını önlerine eğdiler. Padişah, ihtiyar cellâda emir verdi; “Bu aşağılık kişileri huzurumdan uzaklaştır! Bir taş için benim buyruğumu reddeden bu aşağılık adamlar, benim yüce makamıma nasıl lâyık olurlar?”
Padişah, beyleri öldürmeye niyet etti. Bunun üzerine merhametli Ayaz sıçrayıp yerinden kalktı ve o ulu padişahın tahtının önüne doğru koştu. “Padişahım!” dedi, “Senin buyruğuna karşı korkusuzca harekette bulunan, senin affından başka nereye dayansın? Ey af madeni! Bu suçluların gafletleri, küstahlıkları, senin affının çokluğundan meydana geldi.”

Kaynak: Mevlana, Mesnevi, Cilt: 5, beyit nu: 4035-4119, 4152-4164


[1] Hâcib: Eski İslam devletlerinde sadrazam, vezir, mabeynci vb. yüksek derecede vazifelilere verilen unvan. Genel anlamda bir emri yerine getiren görevli kimse olup, büyük bir kimseyi görmeye gelenlere aracılık eden kişidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder