28 Kasım 2010 Pazar

Maksadı Bilmek ve Duygu Dilini Okumak

Arapça konuşan bir şair, bir Türk padişahının huzuruna geldi; kendisi Farsçayı da bilmiyordu. Şair ona Arapça pek parlak bir şiir yazıp getirdi. Padişah tahta oturmuş, divana mensup olan bütün insanlar, emirler ve vezirler de onun önünde sırayla kendi yerlerini almışlardı. Şair ayağa kalktı ve şiirini okumaya başladı. Padişah, aferin denilecek yerde başını sallıyor, hayret gösterilecek yerde hayret gösteriyor ve şairin tevazu göstermiş olduğu yerde de iltifat ediyordu. Padişahın mecliste, bu uygun olan ve gereken yerlerde başını sallaması onun Arapçayı bildiğini gösteriyordu. Orada bulunanlar, “- Padişah bu kadar senedir bizden Arapça bildiğini sakladı. Bu zaman zarfında eğer uygun olmayan sözler söylemişsek vay geldi başımıza!” dediler. Padişahın bir has kölesi vardı. Divandakiler toplanıp bu köleye at, merkep, mal verdiler ve daha başka şeyler vereceklerini de vaat ettiler. “- Padişah Arapça biliyor mu, bilmiyor mu? Bunu öğren ve bize bildir. Eğer bilmiyorsa nasıl olup da münasip olan yerde başını sallıyordu? Bu onun kerametinden miydi? Yoksa ona ilham mı gelmişti?” dediler.
Bir gün köle, avda, bunu öğrenmek fırsatını buldu. Padişahı memnun görmüştü. Padişah birçok av avladıktan sonra köle ona sordu. O da, “- Vallahi ben Arapça bilmem. Yalnız, onun bu şiiri yazmaktaki maksadını bildiğim için başımı sallayıp iltifat ediyordum. Anlaşılıyor ki bu adamın maksadı övmekti ve o şiir buna vasıta olmuştu. O maksat olmasaydı, bu şiir söylenmiş olmazdı.” dedi.

Mevlana, Fihi Mafih, trc. M. Ülker Anbarcıoğlu, İstanbul: MEB Yayınları, 1990, s. 34-35

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder