10 Kasım 2010 Çarşamba

İNSANI TANIMA VE EĞİTMEDE PSİKOLOJİ VE DİN (67/14, 53/32, 50/16, 6/38, 21/10)

“O (Allah), yarattığını bilmez mi?” (67/Mülk, 14)
“O (Allah) sizi en iyi bilendir.” (53/Necm, 32)
“İnsanı Biz yarattık. Onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de Biz çok iyi biliriz. Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (50/Kaf, 16)
“Biz o kitapta hiçbir şeyi ihmâl etmedik, eksik bırakmadık.” (6/En’am, 38)
“Yemin olsun ki, (ey insanlar!) Size indirilen bu Kitap (bütün durumlarınızı kapsayacak şekilde) sizden söz ediyor. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (21/Enbiya, 10)
Eğitim, belli hedeflere göre insan davranışlarını değiştirme/geliştirme sürecidir. Eğitimin etkili olabilmesi, insan doğasının iyice anlaşılması ve ona göre öğretim ortamlarının yaratılmasına bağlıdır.[1]
Prof. Cüceloğlu, “İnsanı değiştirmek için önce insanı anlamak gerekir. İnsanı anlamak Psikoloji biliminin görevidir” demektedir.[2]
Modern psikolojinin tarihini yazanlar psikolojinin, Avrupa düşüncesinin pozitivizm, empirisizm (deneycilik) ve materyalizm akımlarıyla yoğrulduğu bir dönemde deneysel bir bilim haline geldiğini belirtmektedir.[3] Nitekim İsviçreli psikiyatrist, felsefeci, analitik psikolojinin kurucusu olan Carl Gustav Jung’a (ö.1961) göre de, “Modern deneysel psikoloji, yoğun bir maddecilik atmosferi içinde yeşermiştir.[4]
Clifford Morgan, Türkiye’de çeşitli üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulan Psikolojiye Giriş adlı kitabında şöyle demektedir: “Kendimizi meleklere çok yakın bir düzeyde görsek bile hayvan türünden olduğumuzu unutmamamız gerekir. Adımız homo sapiens’dir. Evrim sürecinde binlerce yıl boyunca biçimlenmiş psikolojik yetenekleri ve beden yapısı olan ilginç yaratıklarız.[5] Türümüze ait homo sapiens’ler bu gezegene nasıl geldi? Kesin olarak bilmiyoruz, fakat büyük destek görev evrim kuramı bu konuyu aydınlatmaktadır.”[6]
İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Meltem Narter’in dikkat çektiği üzere; “Psikolojiyi bilim yapan düşünce sistemi pozitivizmdir. Psikoloji, pozitivizmi bilim olmanın ve bilim yapabilmenin tek ideolojisi olarak kabul etmiştir. Bilgi edinme yolu; ölçülebilir, test edilebilir, genellenebilir bilgiye ulaşmak için kullanılması gereken deneysel yöntemdir. Psikolojinin benimsediği bilimsel yönteme göre; doğa olayları felsefi ve teolojik olarak açıklanamazlar.”[7]
Oysa insanın en iyi incelenmesi, kişiliğinin tabii halini yakalamakla mümkündür. Psikoloji bilimi insanın iç dünyasını, davranışlarına temel teşkil eden fenomenleri keşfetmeye çalışmaktadır. Ancak insana ait bu dünyanın, sübjektif bir dünya olması, deney sahasından uzak bulunması sebebiyle, iç boyutlarının tam olarak meydana çıkması mümkün kılmamaktadır. Zaten bugünkü disiplinlerin yaptığı gibi belirli şartlar altında insanı incelemek, tam olarak bizi sağlıklı sonuçlara götüremez. Çünkü bu incelemeler, ancak belirli açılardan insanı ele almaktadırlar; bu da insanı tanımakta yeterli bir bilgi değildir. Nitekim psikiyatr Prof. Geçtan, “İnsan doğasını psikiyatrinin sınırları içerisinde anlama çabaları yetersiz kalıyor[8] itirafında bulunmaktadır.
Materyalist ve pozitivist bir karaktere sahip olan psikoloji biliminin insanı tanıma ve tanımlama konusunda içine düştüğü durumu, Mesnevî’deki şu hikâyeyle daha iyi betimleyebiliriz:
“Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip halka göstermek istediler. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki, gözle görmenin imkânı yoktu. O, göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde file ellerini sürmeye başladılar. Birisi eline hortumunu geçirdi, “Fil bir oluğa benzer” dedi. Başka birinin eline kulağı geçti, “Fil bir yelpazeye benziyor” dedi. Bir başkasının eline ayağı geçmişti, dedi ki: “Fil bir direğe benzer.” Bir başkası da sırtını ellemişti, “Fil bir taht gibidir” dedi. Herkes neresini elledi, nasıl sandıysa, fili ona göre anlatmaya koyuldu. Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dal dedi, öbürü elif.”[9] Hikâyedeki gibi modern psikolojinin ekolleri de farklı yaklaşımlarla insanı farklı yönleriyle tanımaya ve tanımlamaya çalışmış, ama ortaya bir bütün olarak insan çıkmamıştır.
Psikiyatr Prof. Geçtan şöyle demektedir: “İnsan, var olduğu günden bu yana sürekli olarak içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur. En gelişmiş canlı olan insanın yine insan tarafından incelenmiş olması bunun başlıca nedeni olsa gerek. Üstelik konu insan davranışları olduğunda, yansız bir değerlendirme yapabilmek daha da güç. Davranışlarımızın gerisindeki dinamik mekanizmaları açıklamaya çalışan araştırıcıların yaşamlarını ve yapıtlarını karşılıklı incelediğimizde, kendi kişilik özelliklerinin geliştirdikleri kuramlara yansımış olduğunu açık bir biçimde görebiliriz. Örneğin Freud’un, insanı saldırgan ve yıkıcı bir varlık olarak tanımlaması ile onun pek de esnek olmayan ve karamsar kişiliği arasındaki paralellik birçok eleştirmenin gözünden kaçmamıştır.”[10]
Psikolog Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı ise psikoloji biliminin verilerini şöyle eleştirmektedir: “İnsan davranışlarının konu edildiği temel disiplin olan psikoloji, “insan modeli”nin oluşmasında ve tartışmasız kabul edilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Denilebilir ki psikoloji insanı yaratmıştır. Psikoloji bir bilim olarak Batı dünyasının, özellikle Amerikan bilim çevresinin bir ürünü olduğu için, doğal olarak bu çevrenin değer yargılarını ve düşünce tarzını yansıtmaktadır. Başka bir deyişle, psikolojinin kişiyi kavramsallaştırışı, aslında sosyal bir olaydır. Bu görüş hem yorumcu antropologlar tarafından, hem de toplumsal yapısallaştırıcılar ve psikoloji eleştirmenleri tarafından paylaşılmaktadır. Bu, psikolojinin evrensel davranış kuralları geliştirme iddiasının gerçek bir sorgulanışıdır.”[11]
Burada evrim teorisinin, materyalizmin, ateizmin vs. tutarsızlıklarını, insanlık hayatındaki başarısızlıklarını ve sonuçlarını kaydedecek değiliz. Asıl sözümüz; insanın bir Yaratıcı (Allah) tarafından yaratıldığına inanıp da insanı tanımaya gelince Yaratan’ı devre dışı bırakan; üstelik bir de insanın din eğitimi, insana dini bilgilerin öğretimi söz konusu olunca, Allah’ın Elçisine (=Peygamber) ve Kutsal Metinlere (=Kur’an) dikkat kesilmeyenlere; onların açık tutarsızlıklarına ve yanılgılarına... İnsanı Yaratan’ın insan psikolojisini bilmediğini; hâkeza, Yaratan’ın insanlara gönderdiği Elçilerin insan psikolojisinden anlamadıklarını düşünmek ya da en azından bu hakikati dikkate almamak trajikomik bir meseledir.
Kur’an, insana inmiştir. Mesajları da insan içindir. Kur’ân, insanı tabiî, aslî, orijinal hali ile ele almaktadır. Öyle ki insanın mahiyeti, ruhî durumu, görevleri, kaderi vs. Kur’ân’ın temel konularıdır. Ayrıca “peygamberlerin başarıları da, insan psikolojisine ve fıtratın kanunlarına uygun hareket etmekle mümkün olmuştur”[12].
Sonuç olarak; yaratılmış olan insanı tanımak için, Yaratıcısının mesajlarını içeren Kur’an’ı ve Elçisinin sözlerini referans almak; insan eğitimini bu kaynaklardaki bilgi ve rehberliğe uygun bir şekilde planlamak gerekir.


[1] Nurettin Fidan-Münire Erden, Eğitime Giriş, s. 130
[2] Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 7
[3] Duane P. Schultz-Sydney E. Schultz, Modern Psikoloji Tarihi, s. 29
[4] Carl Gustav Jung, “İnsanın Kendisini Anlamasının Bilimi Olarak Önerilen Psikolojinin Kısa Tarihçesi”, Kişilik Oluşumu ve Sorunları, s. 102
[5] Morgan, a.g.e., s. 27
[6] Morgan, a.e., s. 28
[7] Meltem Narter, “Psikoloji ve Sosyal Psikolojinin Bilimsel Geçmişi ve Bugünü,” Psikolojide Yeni Tartışmalar, s. 5, 8
[8] Engin Geçtan, İnsan Olmak, s. 186
[9] Mevlânâ, Mesnevî, III, 1259-1267
[10] Geçtan, a.g.e., s. 5
[11] Bk. Geçtan, a.g.e., s. 19-20
[12] Hayati Hökelekli, "Dinî Telkin ve Tebliğde Psikolojik Esaslar", Diyanet Dergisi, s. 27

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder