12 Kasım 2010 Cuma

EV OKULLARI, EV MERKEZLİ DİN EĞİTİMİ (10/87)

"Mûsâ ve kardeşine (şöyle) vahyettik: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın; evlerinizi namâz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namâzı dosdoğru kılın. Mü’minleri de müjdele”." (10/Yûnus, 87)

Necati Kara, âyeti şu şekilde tefsîr etmektedir:
“Gün gelir mü’minler, câhiliyye toplumu içinde devamlı takibata uğrayabilirler. Fitne yaygınlaşır, zulüm ve zorbalık her tarafı kasıp kavurabilir. İnsânlar bozulabilir. Cemiyet kokuşabilir. Nitekim o devrelerde Firavun’un idaresinde bulunanlar da tamamen bozulmuşlardı. İşte bu gibi hâllerde Allah Teâlâ, inananların bir takım husûsları yerine getirmelerini bildiriyor. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Bozulmuş ve kokuşmuş câhiliyye erbabından evleri ayırmak,
2- İnananlar mümkün mertebe evlerini yan yana ve karşı karşıya yapmalı ki, hem birbirlerinden haberdâr olsunlar, hem de gerektiğinde birbirlerine yardım edebilsinler. "Evler hazırlayın" âyetine bu yorumu getiren müfessir Hâzin, âyetteki "büyût" kelimesini “İsrâiloğulları için yapılacak evler”; "kıble" kelimesini de “Evlerin birbirine karşı ve yan yana olması” ile tefsîr etmiştir.
3- Firavun, mescitlerde namâz kılmayı yasaklayınca, Allah Teâlâ onlara evlerini mescit hâline getirmelerini emretmiştir. Hattâ mescitlerin Firavun tarafından yıktırıldığı rivâyetlerine de rastlanmaktadır.” (Kara, a.g.e., s. 275-276)
İbrahim Canan ise ayete ilişkin şu hususlara dikkat çekmektedir:
“Cenâb-ı Hak bu âyette iki ayrı şey emretmektedir: 1- Bazı evlerin hazırlanması, 2- İkamet etmekte oldukları evlerin kıble kılınması. Bu emri alan Hz. Mûsâ ve kardeşi, Benî İsrail’in o zaman için, Firavun tarafından yasaklanan (ve belki de yıktırılan) mâbet ve mektep gibi halka kamu hizmetleri veren müesseselerin yerine geçecek “eğitim-öğretim”, “ibâdet”, “bir araya gelme” imkanları sunacak bir kısım evler hazırlayacaktı. Bu şekilde emir üzerine hazırlanacak evler, yeni inşaat değildir. Çünkü Benî İsrail, ağır kölelik şartları ve tahammüllerini aşan angaryalardan başka bir de Firavun’un çok sıkı ve yakın tâkibi altındadır. Öyleyse bu evler, zaten çoktan beri mevcut ve ikamet edilmekte olan evlerdir.”
“Cenâb-ı Hak, “evlerinizde mescitler ittihaz edin" demiyor, "Evlerinizi kıble ittihaz edin" diyor. Bazı âlimler “kıble” tâbirinin ihtiva ettiği “karşılıklı (mütekabilen)” manasını göz önüne alarak, âyetten kastın “onların karşılıklı olarak birbirini destekleyen cemaatler şeklinde organize edilmeleri” olduğunu belirtmişlerdir. Bu mânâdan hareketle, şu yoruma ulaşabiliriz: İsrâiloğulları, Hz. Musa ve kardeşi Hârûn’un tedbiriyle mahallelerde hazırlanan -ve faaliyet merkezleri mahiyetinde olan- evler etrafında, küçük gruplar halinde birbirleriyle dayanışma ve irtibat içine girmişler, bilhassa ortak bilgilenme, ortak ibadet, çocukların ortak eğitimi gibi ihtiyaçlarını gidermeye, ortak problemlerini çözmeye çalışmışlardır. Keza bu uygulama, kıyamete kadar müminlere bir örnektir: Hz. Mûsâ zamanında olduğu gibi, hâkimiyeti el geçiren Firavunlar yüzünden müminler, nerede bir şekilde hürriyetlerini kaybetmiş, dinin gerektirdiği şekilde yaşamakta sıkıntı ve zorluklara düşmüşlerse, çocuklarına hür ve meşru ortamlarda alenen eğitim vermekten alıkonulmuş iseler, evlerine yönelmelidirler. Onlar için en selametli ortam ev ortamıdır.”
“Evi kıble edinmek” elbette eve bir mescit hüviyeti kazandırıp, ev merkezli bir eğitim faaliyetine geçmeyi gerektirir. Yani mescitlerin gördüğü ibadet, eğitim, öğretim, cemaatleşme gibi bütün hizmetler evlerde yerine getirilmelidir. Nasıl ki mescitler herkese açıktır: Her gün ibadet vakitlerinde ve de haftanın bir gününde mecburi olmak üzere müminleri bir araya getirme, aynı mekanda toplayarak içtimâileştirme hizmeti veriyorsa, evler de öyle olmalıdır. Aynı grup mensupları mütekabil (karşılıklı) olarak birbirinize rahatça gidip gelmeyi kolaylaştırmalısınız, resmiyeti azaltmalısınız. Böylece, mescitlerin verdiği bütün hizmetleri evler verebilmelidir.”
“Bir kısım hürriyetlerin, bu meyanda din hürriyetinin daraltıldığı şartlarda takip edilecek en mühim strateji olarak “evlerin kıble kılınması ve ibadetlerin tam yapılması” (veya Türkçe meallerin ifadesiyle “namazların dosdoğru kılınması”)nın emredilmesi, dikkat çekicidir. (…) Kur’ân Firavun’un baskısının arttığı bir dönemde evlerin mescit, mektep kılınmasını, aynı inancı paylaşanların “(küçük gruplar halinde) dayanışma içine girmelerini” ve “çokça namaz kılmalarını” emrediyor.” (bkz. İbrahim Canan, “Aile İçi Eğitim”, Sur Dergisi, Sayı: 343, Ekim 2004, s. 6-15)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder