1 Kasım 2010 Pazartesi

BİREYİ TANIMAK

“Bir akdoğanı bir kocakarıya versen, kocakarı, iyilik olsun diye, doğanın tırnaklarını keser! Halbuki doğan, asıl o tırnaklarla iş görür; onlarla avlanır! Kocakarı ise, körcesine onun tırnaklarını kesiverir! “Anan nerede imiş ki, bakmamış da tırnakların bu kadar uzamış?” der. O pis kocakarı, kuşun tırnağını, gagasını, kanadını keser; sevgi gösteriyorum diye ona bu kötülükleri yapar! Ona, hamurdan yapılmış tutmaç[1] verir. Doğan hoşlanmayınca kadın kızar; sevgiyi, şefkati unutur da der ki: “Ben senin için tutmaç pişirdim; sen ise büyüklük taslıyor, haddini bilmiyor, bu yemeği beğenmiyorsun! Sen, başına gelen belaya, zahmete layıkmışsın; nimet ve saadet sana nasıl yaraşır? Eğer hamurdan hoşlanmadınsa, bari bunu iç!” diye tutmacın suyunu verir. Aslında tutmaç suyu, doğanın yaradılışına uymaz! Bunu da içmeyince, kocakarı büsbütün kızar. Öfke ile sıcak çorbayı onun başına döker. Haşlanan kuşun tüyleri dökülür, başı kel olur. Canı yandığı için gözyaşı döker; içinden de gönüller aydınlatan padişahın lûtfunu hatırlar. Padişahın yüzünden yüzlerce olgunluklar, şerefler elde etmiş, lütuflar görmüş o nazlı, cilveli gözlerinden yaşlar döker.”

Kaynak: Mevlana, Mesnevî, cilt: 4, beyit nu: 2628-2639


[1] Tutmaç: Dört köşe kesilmiş küçük hamur parçalarından yapılan yoğurtlu çorba

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder