15 Aralık 2010 Çarşamba

Babaların çocuklarıyla iletişimde yanlışları

Dinle oğlum! Ben bu sözleri sen yatmış uyurken söylüyorum. Küçücük elini yanağının altına sokmuşsun, ıslak sarı kâküllerin alnına yapışmış. Odana yavaşça, süzülerek girdim, yanımda da başka kimse yok. Birkaç dakika önce kütüphanede oturmuş gazetemi okurken vicdan azabım nefesimi kesen bir dalga gibi üstüme üstüme geldi. Bir suçlu gibi yatağının başucuna geldim.
Neler mi düşündüm oğlum? Hani sabah sana kızmıştım ya... Okula gitmek için giyindiğin sırada seni azarladım. Çünkü yüzünü üstünkörü yıkadığını görmüştüm. Ayakkabıların kirli olduğu ve onları temizlemediğin için seni suçladım. Bazı eşyalarını yere attığında sana öfkeyle bağırdım.
Kahvaltı esnasında bir sürü kusurunu görmüştüm: Yiyecekleri etrafa saçtın, lokmaları çiğnemeden yuttun, dirseklerini masaya dayadın, ekmeğine çok fazla tereyağı sürdün... Sen oyun oynamaya gidiyordun, bense trene yetişmek zorundaydım. Bana baktın, el sallayıp, “Güle güle babacığım!” dedin. Bense cevap olarak kaşlarımı çattım ve “Dik dur!” dedim sana.
Aynı eleştiriler akşamüzeri yeniden başladı. Eve gelirken, yolda, seni dizlerini yere dayamış vaziyette bilye oynarken gördüm. Çorapların yırtılmıştı. Arkadaşlarının önünde seni küçük düşürdüm ve kolundan tutup eve götürdüm. “Bu çoraplar çok pahalı! Eğer satın almak zorunda kalsaydın, daha dikkatli davranırdın!” Düşün oğlum, bunlar bir babanın söyleyeceği sözler miydi?
Hatırlıyor musun, daha sonra, kitaplıkta oturmuş bir şeyler okurken, usulca içeri girdin. Gözlerinde incinmiş bir ifade vardı. Kâğıtlarımın üzerinden sana baktığımda, bir an duraksadın, çıkmaya yeltendin. “Ne istiyorsun?” diye çıkıştım sana. Hiçbir şey demeden koşup boynuma sarıldın ve öptün beni. Tanrı yüreğini öylesine sevgiyle doldurmuştu ki... Sana aldırış etmediğim hâlde boynuma sıkı sıkı sarıldın. Sonra koşarak dışarı çıktın.
Çok geçmeden gazete ellerimden kayıverdi ve çok kötü, tiksindirici bir korku kapladı benliğimi. Alışkanlığım beni ne hâle getirmişti? Kusur bulma, azarlama alışkanlığı... Sana verdiğim ödül buydu. Seni sevmiyor değildim; yalnızca senden çok şey bekliyordum.
Benim çocukluğumdaki değer yargılarıyla yargılıyordum seni. Oysa senin karakter özelliklerin çok iyi, güzel ve doğruydu. Küçük yüreğin, geniş dağların ardından söken şafak kadar büyüktü. Bana doğru koşup beni öpmen, iyi geceler dilemen bunu kanıtlıyor. Bu gece hiçbir şey umurumda değil oğlum. Karanlıkta yatağının yanına gelip diz çöktüm; yaptıklarımdan çok utanıyorum! “Senden özür diliyorum.”
Bunları sana uyanık olduğun zaman söylesem hiçbir şey anlamayacağını biliyorum. Ama yarın gerçek bir baba olacağım! Seninle arkadaş olacağım, sen üzülünce üzüleceğim, sen gülünce güleceğim. Dilimin ucuna sabırsızca, kötü sözler geldiğinde, dilimi ısıracağım ve kendi kendime sürekli, “Önemli değil, o henüz küçük bir çocuk!” diyeceğim.
Korkarım seni yetişkin bir adam gibi görmüşüm. Şimdi seni örtünün altında büzülüp yatmış görünce, hâlâ bir bebek olduğunu anlıyorum. Daha dün annenin kollarındaydın, başını onun omuzuna dayamıştın. Ah, senden çok şey, çok şey istedim oğlum.

(W. Livinsgtone Larned, Father Forgets (Baba Unutur) adlı yazısının Readers Digest adlı dergide yayınlanan özeti)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder