15 Aralık 2010 Çarşamba

Babalar çocuklarının eğitimleriyle ilgilenmeli-2

Ebubekir Hazım Teperyan (ö.1947), çocukluk hatırasını şöyle anlatıyor:
Bir akşam babam beni odasına çağırdı. Gülümseyerek girdim. Babamın yüzü her zamanki gibi güleç olmamakla beraber, yanında oturan annemin duruşu da hiç hoşuma gitmemişti. Babam birkaç saniye düşünür gibi tavır aldıktan sonra az çok öfkeye benzer bir sesle:
“Otur! Sana söyleyeceklerim var! Fakat annene başladığım sözlerimi bitirdikten sonra söylerim” diyerek yüzünü anneme çevirdi.
“Sözün neresinde kaldık?.. Ha… Mühürdar Bey: ‘Vali Paşa Hazretleri bugün öğleden sonra ortaokulu onurlandıracak. Öğretmenlerine haber gönderiniz’ dedi. Ben yalnız haber değil, İdare Meclisinin oldukça yeni koltuklarından, sandalyelerinden beş-on tanesini de gönderdim. Vakit gelince Paşa, okul yolunu tuttu. Mutasarrıf Bey (eskiden bizde Sancak adı verilen yerleşim merkezlerinin yöneticisine denirdi), Kadı (hâkim), Muhasebeci ve ben de peşine düştük. Paşa okulun dört sınıfından beşer öğrenciyi birer birer sınava çekti. Öğrenciler her soruya cevap verdi. Paşa pek memnun oldu. Öğrencilere güzel saatler, yazı takımları gibi armağanlar verdi. Şu bizim komşu belediye çavuşunun cılız oğlu da, kara bakkalın çocuğu da armağan aldı.
Paşa sınava başlamazdan önce büyük dershanede saf saf dizilerek ayakta duran çocuklara bakarak benimle konuştu: ‘Müdür bey, dedi. Bunların arasında oğlunuzu göremiyorum.’ Bu soruya nasıl cevap vereceğimi şaşırdım. Başıma kaynar su dökülmüşe döndüm. ‘Bu sabah birdenbire hastalandı, maalesef gelemedi’ diye yalan söylemek zorunda kaldım. Karşımda duran birinci öğretmen gülümsedi. Bilir misin Muhsine, Paşa’nın sorusu kulağıma bir demir çivi gibi girdi. Bu yalanı söylerken, kömür koru çiğniyor gibi ağzım, dudaklarım yandı. Belediye çavuşunun, hele şu kara bakkalın oğulları bir eski sadrazamın, yüksek bir valinin armağanlarına layık görüldü. Onlar okusun yazsınlar da bizimki okuldan kaçarak serserice şurada burada gezsin, kızlarağası gibi daima kız çocuklarıyla düşüp kalksın, olur şey mi? Bundan daha büyük keder, gam, bahtsızlık mı olur?”
Çok sevdiğim babacığımın sesi, son kelimeleri söylerken biraz değişir, gözleri yaşarır gibi oldu. Yüzünü pencereye çevirerek bir dakika kadar sustuktan sonra: “Sana söylemekten vazgeçtim” dedi. “Haydi, odaya git!”
O bunu söylerken benim yüzümün renkten renge girdiğine tabii dikkat etmişti. Odamıza gelir gelmez her biri bir yerde görünen ders kitaplarını bulup toplamasını gizli bir şey söylüyor gibi yavaşça ablamdan rica ettim. Ablamın, “Kardeşim, galiba okula gitmeye niyet ediyorsun. Bir iki gün içinde yine kapatacaksan hiç gitme, daha iyi” uyarısına, “Hayır, artık kaçmayacağım!” karşılığını verdim.”

M. Nuri Yardım. Tanzimattan Günümüze Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları. İstanbul 1986, s. 70-72

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder