20 Kasım 2010 Cumartesi

AHLAK EĞİTİMİ (7/19-28)


(Allah Teâlâ buyurdu ki:) “Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleşin. Orada dilediğiniz yerden, neyi gönlünüz çekerse yiyin. Ancak sakın şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zâlimlerden, kendilerine yazık etmişlerden olursunuz.”
Şeytân onlara, gözlerinden gizlenmiş olan avret yerlerini[1] açığa çıkarmak; (o ana kadar) farkında olmadıkları çıplaklıklarını göstermek amacıyla vesvese verdi: “Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, siz ikiniz melekler (gibi) olmayasınız ya da sonsuza kadar yaşamayasınız diyedir”, dedi.
Ve onlara: “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyen biriyim” diye de yemin etti.
Böylece onları hile ile aldattı; yanıltıcı düşüncelerle yönlendirdi. O ikisi, ağacın meyvesinden tadar tatmaz, avret yerlerinin açık olduğunun, çıplaklıklarının farkına vardılar. Derhal, buldukları cennet yapraklarıyla avret yerlerini örtmeye koyuldular. Bunun üzerine Rableri onlara (şöyle) seslendi: “Ben sizi o ağaçtan men etmemiş miydim? Ve şeytanın sizin apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?”[2]
O ikisi: “Ey Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik. Eğer Sen bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, hiç şüphesiz hüsrana uğrayanlardan olacağız!” dediler.
(Allah Teâlâ) buyurdu ki: “Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşim ve meta (geçim) vardır.
Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız.”
Ey Âdemoğulları! Biz size (şeytanın açmak istediği) edep yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Fakat unutmayın ki en güzel, en hayırlı elbise takva elbisesidir[3]. İşte bu Allah’ın ayetlerindendir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar.[4]
Ey Âdemoğulları! Şeytân, (ilk) anne ve babanızı (aldatıp) avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak onları cennetten uzaklaştırdığı gibi, sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve yandaşları, kendilerini göremeyeceğiniz yerden sizleri görmekte, pusuda beklemektedir. Doğrusu Biz şeytanı, iman etmeyenlerin dostları yapmışızdır.
(Bunun içindir ki ne zaman) onlar utanç verici, çirkin bir iş yapsalar, “Biz atalarımızı bu işi yapar bulduk, esasen Allah da böyle yapmamızı emretti” derler. De ki: “Allah utanç verici, kötü olan şeyi aslâ emretmez. Yoksa siz, bilmediğiniz birtakım sözleri Allah’a iftira ederek O’na mı mal ediyorsunuz?”.” (7/A’râf, 19-28)

Âyetlerde eğitim açısından şu mesajlar verilmektedir:
1- İnsanlara, meşru olan ve olmayan düşünce, duygu ve davranışlar açık/net bir şekilde öğretilmelidir.
2- Şeytanların atası olan İblis, insanoğlunun düşmanıdır. O ve yandaşları, Hz. Âdem ile Havva’dan bugüne kadar insanoğluna karşı sürekli bir mücadele içerisindedir. Gayrimeşru işlere sevk eden şeytanlara ve onların insanları aldatma yollarına/taktiklerine karşı bilinçli kazandırılmalıdır.[5]
Gayrimeşru şeyler hakkında sadece bilgi vermek yeterli değildir. Çünkü bilmek, aldatılmamak için yeterli olmamaktadır. İnsanoğlu, yasak olanı bilmesine ve nimet içerisinde yaşamasına rağmen yine de nefsine yenik düşerek günah/suç işleyebilmektedir. Şeytanlar, insanların nefsî zaaflarını kullanmaktadırlar. Bu sebeple insanların ahlak ve hukuk eğitiminde sadece bilgi vermekle yetinmemeli, nefs terbiyesine de önem verilmelidir. Çünkü ancak bu sayede insanlar nefsî zaafları sebebiyle şeytanî telkinlere kapılmazlar.
Mustafa İslamoğlu’nun dikkat çektiği üzere;
“İnsan hayatında her savaş fani, iç savaş bakidir. Her düşmanın bir gün dost olma ihtimali vardır da, şeytanın insana dost olmasının imkân ve ihtimali yoktur. Savaşın boyutları, düşmanın kini ve gücü oranında büyüyecektir. Bu azılı düşman insana öylesine çok cepheden saldırıya geçmiştir ki, insanın bu hiç uyumayan ve tatil yapmayan düşmana karşı çok uyanık olması ve ömürlük bir iç savaş başlatması gerekmektedir. Şeytan bütün bunları yaparken “sürekli kötülüğü emreden”[6] nefsi yardımcı olarak kullanır; kötü işlerine, pis işlerine onu koşturur. Dahası, yeryüzündeki dostlarını, evliyasını (Evliyâu’ş-Şeytân’ı)[7] kendi aralarında örgütleyerek bir “şeytan partisi” (Hizbu’ş-Şeytân) kurar ve o parti aracılığıyla müminler üzerinde şeytanî bir siyaset yürütür.”[8]
3- İnsanlara, günah/suç işlememeleri için birbirlerini murakabe etmeleri, denetlemeleri, birbirlerine iyiliği emredip kötülükten sakındırmaları ahlak ve bilinci kazandırılmalıdır.
4- İnsanlara, gayrimeşru işler yaptıktan sonra pişman olup tevbe etmeleri gerektiği öğretilmelidir.
5- Yasağı işleyenler ve ona yardımcı olanlar cezasız kalmamalıdır. Bazı suçlarda pişmanlık cezaya çarptırılmaya mani olamaz.
6- Hayâ (utanma duygusu), insan davranışlarını sevk ve idarede son derece önemli bir ahlakî unsurdur. Dinin günah veya suç saydığı gayrimeşru, çirkin her türlü söz ve davranışa utanma duygusu mani olur. Bunun içindir ki şeytanın bir insanda en başta ve en çok yıpratmak istediği hayâdır. Dolayısıyla insanlarda utanma duygusu geliştirilmeli; söz, davranış, giyim vb. boyutları kapsayacak şekilde cinsel ahlak eğitimi verilmelidir.
İnsandaki utanma duygusu tabii ve fıtrîdir. Bunun ilk belirtisi, bir kişinin başka birisinin önünde mahrem yerleri açıldığında tabii olarak duyduğu utanma hissidir. Kur’an bize bu utanma duygusunun, ne uygarlığın gelişmesiyle insanda sonradan oluşabileceğini, ne de insan tarafından kazanılabilen bir duygu olduğunu anlatır. Bu, yaratıldığı ta ilk günden beri insanda bulunan fıtrî bir duygudur.[9]
Takva ve hayâ, avret mahallinin elbise ile örtülmesinin aynı zamanda mânâsı, sebebi ve teminatıdır. Eğer bir insandaki takva, haya ve iffet duyguları yıpranırsa, o kişi avretini örter nitelikteki maddi elbiseden de uzaklaşacaktır. Hatta hayâ perdesi yırtılan kişi, istenmeyen, kınanan ve kötülenen her ayıplı davranışı yapabilecektir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsanların bütün peygamberlerden işittiği sözlerden biri, “Utanmıyorsan dilediğini yap!” sözüdür.”[10]
Allah’ın emrine karşı gelmenin neticelerden utanmayan insana, her şey yaptırılabilir. İnsan kendisinden ve diğer insanlardan hayâ edebilme duyarlılığını, ancak Allah’tan hayâ etmekle koruyabilir.[11] İblis de bu bilgiden hareketle, Âdem-Havva çiftinin takva elbisesinden, hayâ duygusundan soyunmalarına sebep olmuştur. Âdem ve Havva’nın üzerlerinde herhangi bir elbise yoktu ve avret yerlerine bakmıyorlardı. Eğer evvelce onlar elbiselerle örtülmüş olsalardı, sonradan cennet yapraklarıyla örtünmeye çalışmaz, elbiselerini tekrar giyinirlerdi. Onların cennet yapraklarıyla örtünmeleri de, elbisenin ne olduğunu bilmediklerine ve maddi anlamda örtünmediklerine delil teşkil etmektedir. Onlar, yasak olanı işleyince, o zamana kadar farkında olmadıkları çıplaklıklarının farkına vardılar.
İblis’in ve bütün şeytanların amacı, insanların avret yerlerini açmak ve onlara vücudunu teşhir etme hastalığını bulaştırmaktır. Bunu yapabilmek için ilk saldırılacak yer, mideye haram lokma göndermektir. Haram lokma, hayâ duygusunu, hayâ perdesini ve böylece cinsel ahlâkı tahrip edicidir. Âdem ve Havva haram lokma yiyince, bu takva, haya elbisesi ortadan kalktı, kendilerine başka bir gözle bakmaya başladılar.[12]
7- İnsanlar, giyim-kuşam ve davranışlarının cinsel mesajlar taşımaması hususunda bilgilendirilmeli, gerektiğinde uyarılmalıdır. Eğitim ortamında utanma duygusunun yıpranmasına sebep olacak kıyafet, söz ve davranışlara kesinlikle müsaade edilmemelidir. Çünkü açıkça cinsel mesajlara yol açan şekilde bir görünüş/kıyafet, insanların ilgi, düşünce, motivasyon ve davranışlarını etkileyen bir olgudur.


[1] “Sev’e”, “avret” demektir. Görünmesini insan kötü karşıladığı için bu ismi almıştır. Avret mahallinin açılması sahibini kötü durumda bıraktığı için ona “sev’e” denilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, II, 285)
Âyetteki “…ma vuriye anhümâ min sev’atihimâ…” ifadesi Türkçe’ye tercüme edilirken; “onlara gizli kalmış/örtülü olan avret yerlerini kendilerine göstermek için” (Abdülbaki Gölpınarlı, Şaban Piriş), “birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için” (Diyanet Vakfı, Bekir Sadak), “gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için” (Suat Yıldırım), “o ana kadar farkında olmadıkları çıplaklıklarını göstermek amacıyla” (Muhammed Esed) gibi kanaatimizce isabetli şekillerde tercüme edilmiştir.
Ancak nedense çoğunlukla; “onlardan gizli bırakılmış/örtülmüş olan çirkin yerlerini açığa çıkarmak/kendilerine göstermek için” (Hasan Basri Çantay, Elmalılı, Ömer Nasuhi Bilmen, Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk, Ali Bulaç) olarak mânâ verilmiştir. Oysa avret mahallerini “örtülmüş olan çirkin yerler”, “ayıp yerler” olarak tavsif etmek yerine, “başkalarına gösterilme davranışı çirkin/ayıp olan; başkalarında olup da bakılma davranışı çirkin/ayıp olan yerler” şeklinde tavsif etmek daha isabetli olsagerektir. Aksi taktirde böylesi bir tercüme, cinselliği kötüleyici bir anlayışı götürücüdür. [Ş.K.]
[2] Hz. Âdem’in itaatsizliğini (?) açıklama sadedinde şunlar kaydedilmiştir:
a- Şeytan, Allah adına yemin ederek ve onların iyiliğini istediği söyleyerek bu ağaçtan yemelerini tavsiye edince, Hz. Âdem, kimsenin yalan yere Allah’a yemine cesaret edemeyeceğini düşünerek onun doğru söylediğini zannetti. Yasak ağaçtan önce Hz. Havva yedi ve onda herhangi bir ceza eseri görülmedi. Hz. Âdem, yasağın kaldırıldığını veya onun tahrimî değil de tenzîhî bir yasak olduğunu düşünerek kendisi de yasak ağaçtan yedi.
b- Âsi olmak, emre aykırı davranmaktır. Bu emir bazen vacip, bazen mendub olur. Hz. Âdem’e, vacibi değil de mendubu terk ettiğinden âsi denmiştir. Şu da unutulmamalıdır ki, onun asiliği dîn işlerinde değildir; dünyâ menfaatleriyle ilgilidir.
c- Hz. Âdem’in, Allah’ın emrine karşı gelmek gibi bir niyetinin olmadığına; unutarak veya yanılarak bu ağacın meyvesinden yediğine, “And olsun ki daha önce Âdem’e ahd vermiştik, fakat unuttu; onu azimli bulmadık.” (20/Tâhâ,115) ayeti delildir.
d- Bir emrin veya yasağın aksi kasten yapılırsa bu günahtır; kasten yapılmazsa bu bir zelledir. Hz. Âdem’in zellesi, “tevilde hata”dır. O, yasak ağacın, işaretli, belli, tek bir ağaç olduğunu sanmış, aynı türden başka bir ağaçtan yemiştir. Üstelik o zaman henüz peygamber değildi.
(Mehmet Bulut, Ehl-i Sünnet ve Şia’da İsmet İnancı, s. 94-97)
[3] Takva elbisesi “iman”, “salih amel”, “güzel ahlak”, “vakar ve ağır başlılık” şeklinde tefsir edilmiştir. bkz. İbn Kesir, a.g.e., VI, 2929-30
[4] Ayete göre; insanlar avret yerlerini örten elbise (libas) giymeliler. Görünüşlerini güzelleştiren özelliklere sahip elbiseler (rîş) de giyebilirler. (Ayette geçen “Libas” ve “Rîş” kelimelerinin bu şekildeki manaları için bkz. İbn Kesir, a.g.e., VI, 2928; Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, II, 291) Ancak Allah korkusu, vakar ve ağırbaşlılık içerisinde hareket etmek, ahlaksızca ve hayasızca tutum ve davranışlardan kaçınmak şartıyla… Öyle ki takva elbisesi, maddî elbiseden; iç temizliği, dış güzellikten daha önemlidir. (Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsir, II, 291)
[5] Bu konuyu işleyen Mekkî ayetler için bkz. 7/A’râf, 16-17; 17/İsra, 62-65
[6] 12/Yûsuf, 53
[7] 7/A’râf, 27, 30
[8] Mustafa İslâmoğlu, Yürek Devleti, s. 65-72
[9] Mevdûdî, Tefhim, II, 21
[10] Buhârî, Enbiya 55; Ebu Dâvûd, Edeb 6
[11] Bayraktar Bayraklı, Kadın Sevgi ve Temel Haklar, s. 31-33
[12] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, VII, 82-87, 94-97

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder