19 Kasım 2010 Cuma

AİLE ÇOCUK EĞİTİMİ (12/7-18)


“Gerçek şu ki, Yusuf ve kardeşleri(nin haberleri)nde, soranlar için nice ibretler vardır.
(Bir vakit kardeşleri kendi aralarında) demişlerdi ki: “(Sayımız bu kadar çok ve) birbirine bağlı bir topluluk olduğumuz halde, Yusuf ve (öz) kardeşi (Bünyamin) babamızın gözünde bizden daha değerli, daha sevgili. Doğrusu babamız apaçık bir yanılgı içindedir!”
(İçlerinden biri:) “Yusuf’u öldürün veya onu (uzak, ıssız) bir yere götürüp bırakın ki babanızın yüzü (sevgisi, alâkası yalnızca) size kalsın! Ondan sonra (tevbe eder ve) iyi insanlar olursunuz!” (dedi.)
Bir diğeri (de): “Hayır, Yusuf’u öldürmeyin!” diye söze karıştı. “Eğer (mutlaka bir şey) yapacaksanız onu bir kuyunun dibine bırakın. (Nasıl olsa) onu bir kervan bulup yanına alır” dedi.
(Bu görüşte birleştikten sonra babalarına gelip:) “Ey babamız!” dediler, “Biz Yusuf’un iyiliğini isteyen kimseler olduğumuz halde, neden onun hakkında bize güvenmiyorsun?
Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de gönlünce gezsin oynasın. Elbette biz onu koruyup-gözetiriz.”
(Yakub:) “Onu götürmeniz gerçekten beni kaygılandırır, üzer; ve siz ondan habersizken onu kurt yer diye korkuyorum” dedi.
(Onlar da:) “Andolsun ki biz (birbirini kollayan, güçlü) bir topluluk iken kurt onu yerse, bu durumda muhakkak ziyan eden (aciz, işe yaramaz) kimseler sayılırız” dediler.
Nihayet (babalarından izin alıp) onu götürdükleri ve kuyunun dibine bırakmaya topluca davrandıkları zaman Biz ona (şöyle) vahyettik: “Andolsun ki (gün gelecek, senin kim olduğunu) kavrayamayacakları bir anda onların bu yaptıklarını kendilerine haber vereceksin.”
(Onlar, verdikleri kararı tatbik edip) akşamüzeri ağlar vaziyette babalarına geldiler.
“Ey babamız!” dediler, “Gerçek şu ki, yarış yapmak için bulunduğumuz yerden (biraz) uzaklaşmış ve Yusuf’u da eşyamızın yanına bırakmıştık. (Bir de gördük ki) onu kurt kapmış. Ama (biliyoruz ki) doğruyu söylesek bile sen bize inanmayacaksın!”
Ve üzerinde sahte bir kan (lekesi sürülmüş) olan (Yusuf’un) gömleğini çıkarıp gösterdiler. (Yakub:) “Hayır!”, dedi, “Nefisleriniz sizi aldatıp (böyle kötü) bir işe sürüklemiş. Artık (bana düşen) güzelce sabretmektir. (Bu) anlattığınız (bahtsızlığ)a karşı bana dayanma gücü bahşetmesi için kendisine yönelebileceğim (yegâne) hâmî Allah’tır.”(12/Yûsuf, 7-18)

Ayetlere göre;
1- Çocuklar için ana-baba sevgisi önemlidir. Her çocuk, ana-babası tarafından sevilmek ister.
2- Ana-babanın çocuklarından birine aşırı ilgi ve sevgi göstermesi, diğer çocuklarında kıskançlık, haset, düşmanlık gibi olumsuz duygu ve düşüncelerin ortaya çıkmasına sebep olabilir.
3- Ana-baba, çocuğunun oyuna olan ihtiyacını kabul etmeli ve ona izin vermelidir. Fakat oyun oynarken çocuğundan gafil olmamalıdır.
4- Ana-baba, hatalı davranan çocuğunu dövmemeli; bilakis, onu itham etmeden, yumuşaklık ve şefkatle ikaz etmelidir.
5- Ana-baba, çocuklarını terbiye ve murakabe etmelidir. Aksi takdirde, onların yanlış hâl ve hareketleri, ailenin diğer fertlerini de zarara uğratır.
Şimdi bu maddelere açıklayalım:
***
1-2- Ana-baba, çocuklarına muamelede eşit ve âdil davranmalı; kayırıcı davranışlarıyla haset ve düşmanlığa sebep olmamalıdır.[1] Bununla birlikte, birilerinin fazla sevilmesi, diğerlerinin hiç sevilmediği anlamına gelmez.[2]
Fahrüddîn er-Razî (rh), Hz. Yakub hakkında oluşabilecek yanlış bir kanaati tashih için şunları kaydetmiş:
“Yakub (as), evlatları arasında maddî bakımdan ayrıcalıklı bir yol izlememiştir. O yalnızca sevgide, tabii ilgide tercihe gitmiştir ki, bu da elde olmayan şeydir; dolayısıyla terki ile de yükümlü değildir. Öte yandan Yakub (as)’ın, oğlu Yusuf’u kardeşlerine karşı ikramla ilgili bir hususta tercih ettiğini varsaysak bile, o’nun böyle bir tercihin mefsedete yol açacağını bildiğini kabul edemeyiz. Anlaşılan odur ki, Yusuf’un kardeşlerinin dürüstlüğüne ve hele dış görünüşlerinin sergilediği güzel uyuma inanan Hz. Yakub, böyle bir tercihin herhangi bir şekilde bozgunculuğa yol açmayacağını düşünmüştür. Hem, haset denen şey her ne kadar insan tabiatının derinliklerinde saklanan gizli bir illet ise de, çoğu insanlar pekâlâ bundan sakınmakta ve korunabilmektedirler.”[3]
M. Zeki Aydın da kardeşler arası kıskançlık ve çekişmenin hiçbir zaman ortadan kalkmayacağını, ancak yumuşatılabileceğini belirtmektedir:
“Çocuklarımızın hepsine aynı sevgiyi duyamayız. Duyar gibi davranmamıza da gerek yoktur. Her çocuğa özel bir sevgi besleriz. Bunu gizlemek için uzun boylu uğraşmamız gerekmez. Göze görünür bir ayırım yapmamak konusunda ne kadar gayretli olursak olalım, çocuklar kayırıcı davranışlarımızı yakalamakta bir o kadar dikkat kesileceklerdir. Eninde sonunda kendimizi savunma mevkiinde buluruz. Çocukların düşüncelerine yenilmemeliyiz. Ne hafifletici sebepler ileri sürmeli, ne suçsuzluğumuzu iddia etmeli, ne de onların suçlamalarını çürütmeliyiz. Kararlarımızın haklılığı veya haksızlığı konusunda sonu gelmez tartışmalara sürüklenmemeliyiz. Hepsinden önemlisi de kendimizi, hak gözetme uğruna, sevgimizi bölmeye ve eşitlemeye zorlamamalıyız. Çocuklardan her birine, kendileriyle olan ilişkilerimizin eşit değil, ihtiyaçlarına göre, özel bir ilişki olduğunu belli etmeliyiz.
Anne-baba sevgisi için rekabetten sonra, çocuklar arasında genellikle başarı ve üstünlük için rekabet başlayacaktır. İki yaşından sonra çocukların çoğunluğu, kendi yaptıkları ile başkalarının yaptıklarını kıyaslarlar. Hep kendilerini üstün görmek hevesindedirler.
Anne-babanın kardeş kıskançlığında yapacağı ilk iş, rekabetin nedenini anlamaktır. Her çocuk içten içe kardeşlerinden kurtulmayı ve anne-babasının bütün ilgisini, sevgisini kendi üzerinde toplamayı diler. Kardeşler arasındaki çekişmenin bu temel nedeni anlaşıldıktan sonra göreceksiniz ki rekabet hiçbir zaman ortadan kalkmaz, ancak yumuşatılabilir.”[4]
“Anne-babanın çocukları arasında ayırım yapması, onları hangi olumsuz davranışlara iter?” sorusuna, Hüseyin Peker şöyle cevap veriyor:
“Bazı ana-babalar, çocukları arasında ayırım yaparak bazılarını daha çok sever ve daha çok kayırırlar. Bunda, çocuklardaki beğenilmeyen huylar, başarılar, çocuğun cinsiyeti, anne ile babanın ilişkisi, bir büyüğün isminin çocuklardan birine verilmesi, çocuğun anne ya da babanın sevdiği ya da sevmediği birine benzemesi gibi çok farklı etkenler rol oynar.
Bu durum çocuklar arasındaki kıskançlık duygusunu körüklerken; aşırı sevgi gören çocukta anne-babaya bağlılık, arkadaşları arasında saldırgan bir tutum, az ilgi gösterilen çocukta ise düşmanlık ve hayata küskünlük duyguları geliştirir. Hatta diğerine göre az sevildiğini fark eden çocukta, ruhsal bozuklukların yanında fizikî bir takım rahatsızlıklar da görülür. Çocuğun öğrenmesi ve akıl yürütmesi yavaşlar.
Çocuklar arasındaki ayırım, bazı ailelerde aşırı bir şekil gösterir. Kız ya da erkek bir çocuğa karşı anne ya da baba hoşnutsuzluk duyabilir. Çeşitli nedenlerle suçlanır. Hep olumsuz yönleri görülür, iyi özellikleri dikkate alınmaz. Kardeşiyle kavga etse suç ondadır. Ona karşı önyargıyla davranılır. “Kavgayı sen başlatmışsındır! Kötülükler hep senden çıkıyor!” denilerek cezanın ağırı ona kesilir, o azarlanır.
Hele anne, çocuğu yaşadığına pişman eder: “Nedir senden çektiğim, sen benim başıma belâsın herhâlde! Evde huzur bırakmadın, babanla da aramı açtın! Sen olmasan bu evde ne kavga olur ne gürültü!”
Çocuk ne yapsa ne etse kimseye yaranamaz. Sonunda hırçınlaşır ve ana-babayı haklı çıkartacak tepkiler göstermeye başlar. Saldırgan ve kavgacı olur. Ana-babaya isyân eder. Bu çocukların evden kaçma ve suç işleme ihtimalleri çok yüksektir.
Aslında anne ya da baba çocuğa bu şekilde davranmakla, bir bakıma birbirlerine karşı birikmiş kızgınlıklarını ya da aileden bir başkasına duydukları kini yansıtırlar.”[5]
***
3- Ebeveyn, çocuğunun oyuna olan ihtiyacını kabul etmeli ve ona izin vermelidir. Fakat aşırı oyunun tehlikesine de [ayetteki “kurt yemesi” sembolünde olduğu gibi] dikkat çekmelidir. Oyun oynarken çocuğundan gafil olmamalıdır.[6]
Çocuk gelişiminde oyunun yeri ve önemi hakkında şu hususlara dikkat çekilmiştir:
Oyun, çoğu ana-babanın zannettiğinin aksine, çocukların yalnızca eğlenmelerine yarayan ve boşa geçirilen bir etkinlik değildir.[7] Oyun, çocuğun gelişmesi ve kişilik kazanması için sevgiden sonra gelen ikinci en önemli ruhsal besindir.[8]
Oyun; çocuğun bedensel gelişimine, sağlıklı ve dengeli bir kişilik edinmesine, iyi karakter niteliklerini elde etmesine ve öğrenme kabiliyetinin gelişmesine yardımcı olur.[9]
Oyun, çocuğa hiç kimsenin öğretemeyeceği konuları, kendi deneyimleriyle öğrenmesi yöntemidir.[10] Meselâ sosyal kurallar ve gerçekler en kolay ve zararsız biçimde oyun sırasında edinilir. Çocuk, ancak beşerî münasebetlere giriştiğinde ve birtakım roller üstlendiğinde, bazı etkinliklerde görev aldığında gerçek anlamda karakterini geliştirebilir. Çocuğun hayatındaki en önemli faaliyetlerden olan oyun, bunun için çok elverişli bir durumdur. Bu nedenle oyun çocuğun karakterinin kuruluşunda önemli rol oynar.
Oyunda verilen iyi bir eğitim sayesinde; cesaret, gayret, müteşebbislik, yardımlaşma, işbirliği, paylaşma, başkalarının haklarına saygı gösterme, kendine hâkim olma, hoşgörü, kin gütmeme, geçimlilik, disiplin, hiyerarşi, itaat, idarecilik, çabuk karar verme, düzen alışkanlıkları edinme, neşe, özgürlük, zevk sahibi olma gibi bir çok önemli vasıf ister istemez öğrenilir.[11]
“Ebcede erişse bile, çocuk gene çocuktur.”[12] diyen Mevlânâ’ya göre, yüksek bir bilgi seviyesine de ulaşsa çocuktaki çocukluk vasfının devam edeceği gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim, “çocuğa oynamayı men edip devamlı ders çalışmaya zorlamak onun kalbini öldürür, zekâsını iptal eder ve hayatının neşesini kaçırır. Sonunda çocuk dersten kurtulmak için bir hile düşünmeye başlar” denilmektedir.[13]
Oyun sayesinde çocuk; birikmiş enerjisini, içindeki saldırganlık dürtülerini sağlıklı bir alana kanalize eder; duygularını, ihtiyaçlarını ifade eder; iç sıkıntısından ve aile çevresinden aldığı olumsuz uyarıların yarattığı gerilimden kurtulmaya çalışır.[14]
Dolayısıyla oyunlar, uzman gözlemcilerin, çocuğun sorununu kolaylıkla teşhis edebilmelerine yardımcı olur.[15] Küçük çocuklar, hekimin karşısına geçip sorunlarını uzun uzun tartışamazlar. Buna, ne çocuğun anlatım gücü elverişlidir, ne de sabrı. Ancak çoğu kez çocuğun oyun tercihlerine ve davranışlarına bakarak; onun aile yapısını, aile içi ilişkilerini, temel ilgi alanlarını, kişisel tutum ve eğilimlerini tanımak, ruhsal güçlüklerini ve davranış bozukluklarını teşhis etmek mümkün olmaktadır. Psikologlar ve psikiyatristler, çocuk oyunlarının bu yansıtıcı potansiyelinden yararlanmaktadırlar. Oyun aracılığıyla tanınan çocuk, yine oyun yoluyla sağaltılabilir.[16]
***
4- Ebeveyn, hatalı davranan çocuğunu dövmemeli; bilakis, onu itham etmeden, yumuşaklık ve şefkatle ikaz etmelidir. Düşülen bazı hatalar yüze vurulmayıp deşifre edilmezse, hatalı insanların, özellikle eğitim çağındaki gençlerin düzelme ihtimalleri yüksektir. Hataların deşifre edilmesi, ilgili kişiyi mahcup duruma düşürür; ve onda hataya karşı bağışıklık oluşturur. Ayrıca, böylesi bir deşifre ediş, reklam niteliğine dönüşerek başkalarının da aynı hatayı işlemesine zemin hazırlar: “Demek ki bir insan bu tür davranışlarda bulunabilirmiş”, gibi.[17]
Eyyup Aksoy’un değerlendirmesine göre; “Eğer Hz. Yakub, çocuklarının kötü düşüncelerini bildiğini ima etmiş olsaydı, daha kötü sonuçlar doğabilirdi. Zira kötülüklerin veya bilinen kötü niyetlerin muhatap tarafından açıklanması, aradaki saygı ve sevgi perdelerini ortadan kaldırıp; failin, işleyeceği fiilde daha açık ve kararlı bir tutum izlemesine sebep olabilir. Çünkü gizli olan bir niyet açığa vurulmadığı sürece, ‘bilinecek’, ‘duyulacak’, ‘kamuoyunda yadırganacak’ korkusuyla umulur ki fiiliyata dökülmez. Pedagojik yönüyle Hz. Yakub’un bu tutumunda ders alınacak özellikler vardır. Günümüz eğitimcilerinin (ana, baba, öğretmen) yetişmekte olan çocukların bazı ufak hata ve niyetlerini görmezlikten gelmeleri hâlinde, çocuklar deşifre olmayacak ve kendilerinin de otoriteleri sarsılmamış olacaktır. Bu konumda olan kişilerin, kusur ve hataları yüze vurulması hâlinde daha da azacakları ve suçluluk psikolojisi ile baskın çıkmaya çalışacakları muhtemeldir.”[18]
***
5- Ebeveyn, çocuklarını terbiye ve murakabe etmelidir. Aksi takdirde, onların yanlış hâl ve hareketleri, ailenin diğer fertlerini de zarara uğratır.


[1] Canan, Kur’ân’da Çocuk Eğitimi, s. 67-68; Tabbara, a.g.e., s. 234; Dodurgalı, a.g.e., s. 65; Aksoy, a.g.e., s. 154
[2] Aksoy, a.g.e., s. 154
[3] er-Râzî, Peygamberlerin Mâsûmiyeti, s. 84-85
[4] Aydın, Ailede Çocuğun Ahlâk Eğitimi, s. 273-275
[5] Hüseyin Peker, Çocuk ve Suç, s. 34-35
[6] Dodurgalı, a.g.e., s. 278
[7] Mahmut Tezcan, Boş Zamanlar Kılavuzu, s. 60
[8] Atalay Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, s. 72
[9] Seyhan Büyükcoşkun, Oyun ve Oyuncak Dünyası, s. 42
[10] Haluk Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, s. 191
[11] Büyükcoşkun, a.g.e., s. 41-44; Tezcan, a.g.e., s. 60-63
[12] Mevlânâ, Divan-ı Kebir, IV, 337 (3226)
[13] İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, s. 253
[14] Kemal Görmez-Erol Göka, Çocuk ve Çevre, s. 111-112
[15] Yavuzer, a.g.e., s. 192
[16] Yörükoğlu, a.g.e., s. 368; İbrahim Ethem Özgüven, Bireyi Tanıma Teknikleri, s. 205; Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, s. 252
[17] Aksoy, a.g.e., s. 153-154
[18] Aksoy, a.g.e., s. 60

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder